Yazarlar Tarih ve siyaset

Tarih ve siyaset

05.12.1996 - 00:00 | Son Güncellenme:

Tarih ve siyaset

Tarih ve siyaset

MAFYA, politikacı, polis işbirliği ortaya çıkmış, pisliğin kokusu her yeri sarmış ama, koalisyonun iki lideri, tam bir kayıtsızlık içinde "Çete varsa dağıtırız" demekle yetiniyor, kamu vicdanını hiçe saymayı sürdürüyorlar. Dahası, Çiller, "kurşun atan da yiyen de kahramandır" diyerek devlet - mafya işbirliğini kabul ediyor.
Parlamentonun çözüm üretemediğini yazmış, siyasal arenada kalmakta ısrarlı olan liderlere "her gün, hemen yarın seçim olacakmış gibi sokağa çıkın, konuşun" diye seslenmiştim. Geçenlerde Ahmet İnsel Radikal'de sorunu etkin bir başlıkta formüle etti: "İktidar değil sivil direniş".
Gerçekten de sivil toplum örgütleri aracılığıyla halkın kendisinin sorunlara sahip çıkmasından, demokratik ve özgürlükçü bir düzen için mücadele etmesinden başka çare gözükmüyor. Artık açıkça bellidir: Hükümet hükümet edemiyor. İktidar partileri, kendi çıkarlarından başka herhangi bir düşünceye sahip değil. Maddi ve manevi çıkar.
Telefonlar dinleniyor, birileri öldürülüyor, katiller korunuyor, yolsuzluk diz boyu, enflasyon ve pahalılık almış başını gidiyor. Sistem çökmüş durumda. Geriye, kitlelerin iktidarı sallaması kalıyor. Ama, Çiller'in kaşkolunu kaparak "mis kokuyor, mis" diye bağıran burnu koku alamayacak derecede tıkanmış yurttaşları görünce insanın içini bir umutsuzluk da kaplamıyor değil. Dalkavukluk siyasal yaşamın "olmazsa olmaz" ilkesi haline geldi. Birileri "ayak" yıkayıp kuruluyor, birileri atkı kokluyor. Birileri de devlet aşkıyla adam öldürüyor.
Tarık Zafer Tunaya "muhalif kişileri öldürterek ortadan kaldırma yöntemi İttihatçılıkla bütünleşmiştir" diye yazar Türkiye'de Siyasal Partilerin İttihat ve Terakki'ye ayrılmış üçüncü cildinde (s. 420, Hürriyet Vakfı Yayınları, 1989). Tunaya "kurbanlar grubu içinde gazetecilerin özel bir yeri" olduğunu vurguladıktan sonra şunları ekler: "1908 - 1918 arası, baştan sona iktidara hakim ya da iktidarda olan İttihat ve Terakki'nin bu işlemleri resmilik kazanınca, vuran tabanca da resmi olarak nitelendirilmiştir".
Yine de o kargaşa döneminin bir ahlak anlayışı ve entelektüel sorumluluk duygusu vardır. Falih Rıfkı Atay Zeytindağı adlı kitabında Tunaya'nın da andığı bir olay anlatır: Atay ile Halide Edip trenle giderken Adana civarında bir istasyondan Bahattin Şakir de trene biner. Falih Rıfkı, ünlü politikacıyı Halide Edip'e tanıştırır. El sıkışırlar. Uzun tartışmalar ve konuşmalardan sonra Bahattin Şakir, bir başka istasyonda trenden iner. Halide Edip, Falih Rıfkı'ya "Bana bilmeyerek bir katilin elini sıktırdınız" der (F. Rıfkı Atay: Zeytindağı, s. 75, Dünya Yayınları, 1957).
Halide Edip'e bir "el sıkışma" bile ağır gelmiştir. Ama Tansu Çiller, ellerinden çeşitli cinayetlerin kanı sızarak bir kazada ölen katilleri kahraman ilan etmekte beis görmemektedir. Vakt - i evvelde de bu meşrulaştırımı Demirel "Bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz" sözüyle yapmamış mıydı? Demeye demeye bu noktaya gelindi.
Bir anı da Yahya Kemal'den: Bir gün İttihat ve Terakki'nin güçlü adamı Doktor Nazım, Birici Dünya Savaşı'nın kötü gittiği sıralarda kendisine "hükümeti bırakmak istiyoruz, lakin kime bırakalım, kime emniyet edip de bırakalım?" diye sorar. Yahya Kemal'den aktarıyorum: "Bu sözleri söz olsun diye mi söylüyordu? Yoksa hakikaten kanaatle mi söylüyordu. Yüzüne bakıyordum, benim pek sade - dil olmadığımı bilirdi. Gülerek kendisine dedim ki: "Hükümeti bırakmayınız, çünkü tekrar almak için yine kan dökmek icab eder" (Siyasi ve Edebi Portreler, s. 120, Y. Kemal Enstitüsü Yayınları, 1968).
Dersler çıkarılması gereken iki olay işte.