31.01.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:
Tek ayaklı köprü
İstanbul'un en tuhaf ve çarpıcı manzarası, Arnavutköy'den Bebek semtine doğru giderken sahil yolunda karşınıza çıkıyor. Perspektifin garip cilvesiyle, İkinci Boğaz Köprüsü dönüşüme uğruyor. Sağınızda yani Anadolu yakasında köprü ayağı, sonra köprünün ana gövdesi, her şey normal derken, bir bakıyorsunuz, solda yani Avrupa yakasında köprü diğer ayağıyla kavuşacağına Rumeli Hisarı'nın silindir kule şeklindeki heybetli burcuyla buluşuyor. Bir ayağı modern ve çelik, diğer ayağı ortaçağ ve taştan bir oluşum.
İlk bakışta çok turistik bir görüntü diye düşünüyor insan, tam reklamlık, bir ayağı bugünde, bir ayağı geçmişte, bir ucu Doğu'da diğer ucu Batı'da, iki kıtayı ve iki dünyayı birleştiren kent, işte kültürel köprü, vesaire, bütün klişeler doluşuyor insanın zihnine.
Ama bir müddet sonra daha karanlık bir anlam şekillenmeye başlıyor aklınızda. Bir yanımızda, ortaçağda değilse bile hala modernlik dışı ya da modernlik öncesi bir dünyada yaşamıyor muyuz acaba? İşte, demokrasimizin çıtası hala yükselemiyor, mesleki formasyonlar, bireyleşme ve eğitim hala eksik, zihinlerimizde köhne bir yan var diye hayıflanıyorsunuz.
Nihayet, bu ilginç manzaranın bence asıl anlamı belirmeye başlıyor. Bu kent ve bu ülke, daha da önemlisi bu kültür, gerçekten Doğu ile Batı arasında bir köprüyse eğer, bu köprünün tek ayaklı olması mümkün değil. İkisini bir şekilde birleştirmek bizim hem coğrafi ve tarihsel kaderimiz, hem de kültürel kimliğimiz. Türkiye'nin cefası da sefası da bu yüzden sonsuz bence.
İlginçtir, son zamanlarda bu kimliği cefa değil de sefa olarak yaşayan ve yapıtlarında da öyle yansıtan sanatçılarla daha sık karşılaşıyorum ve böyle sanatçıların yahut düşünürlerin sayısı da giderek artıyor. Geçenlerde, Türkiye'de en sevdiğim müzik gruplarından Asiaminor'un konserinde gene aynı şeyi hissettim. Kamil Erdem'in bestelerinde kanun ve saksofon, bas gitar ve ud öyle dikişsiz bir doğallıkla birleşiyor ki, bazen çelişki ve gerilim gibi yaşadığımız bu zor kimliğin yaraları iyileşiyor adeta. Bana kalırsa Türkiye'nin en iyi saksofoncusu Yahya Dai, öyle ustalıkla üflüyor ki sazını, New York'tan gelip Anadolu'yu mu keşfetmiş, yoksa gerçekte olduğu gibi Gaziantep'ten yola çıkıp dünyayı mı kucaklamış, çok önemli değil, çünkü köprünün iki ayağı da sağlam.
Kimliğimizdeki Doğu - Batı ikilemini bir dert gibi değil, bir güç ve zenginlik, hatta iddia olarak yaşamayı düstur edinme tavrını son dönemde en berrak olarak Orhan Pamuk ortaya koydu aslında. Ama şimdi bu özgüveni her yerde görmeye başladık. Arif Sağ ve arkadaşlarının Bağlama Konçertosu da aynı tavrın örneği, Gürol Ağırbaş'ın şelpe tekniğiyle bas gitar çalıp nefis caz besteleri yapması da. Geçenlerde Akbank Oda Orkestrası, şef Cem Mansur yönetiminde bir konserle besteci Yalçın Tura'nın 65. yaşını kutladı. Tura'nın müziğini, Doğu ile Batı arasında sapasağlam bir köprü olarak tanımladı hepsi de. Çünkü köprünün iki ayağı da bakımlı, iki ayağı da gerçek bilgiye dayanıyor.
Keman virtüözü Hakan Şensoy, babası Alaaddin Şensoy'dan miras aldığı Türk müziği geleneğini de, Batı kökenli klasik müziği de aynı tutkuyla tınlatabiliyor sazında.
Arnavutköy'den görünen manzaraya dönersek, köprünün Hisar ayağına Mehter Takımı, çelik ayağına da halojen ışıklandırma ve çıplak manken yerleştirmek değil burada kastedilen. Sözünü ettiğim örneklerin hepsi, bu köprüyü yaşayan bir kanal olarak görebilen ve onu en iyi kullanacak donanıma, özgüvene sahip insanların üretimi.Üstelik, post - modern çağ, Batı'nın benmerkezci modernlik görüşünü artık sorguladığı için, açılan geçitten Türkiye gibi kültürlerin dünyaya damgasını vurma şansı da arttı bence. Burada devletin kültür politikaları ve toplumun özgürlük düzeyi, yani demokrasinin çıtası da büyük önem taşıyor. Köprünün iki ayağına da çok iyi bakım yaparsak, bütün bireylere bu imkanı ve özgürlüğü tanırsak, tortuları hala kanımızı bulandıran geçmiş kültürel yenilgileri zafere dönüştürmek mümkün.
Sizi Asiaminor'un Kedi Rüyası albümünü alıp kasetçalara takmaya ve Arnavutköy'deki köprü manzarası karşısında bir dakika tefekküre davet ediyorum. İçinizdeki köprüye güvenin. Tek ayak üzerinde durmamız hiç de gerekmiyor. Söz köprülerden açılmışken arz edeyim, Arnavutköy - Kandilli arasına üçüncü köprüyü inşa etmek isteyenler de tek ayak üstünde duruyor, o ayağın adı da çıkar. Sözünü ettiğimiz çağdaşlıkla hiç ilgisi yok.