YazarlarTren, Manisa ve Diyarbakır

Tren, Manisa ve Diyarbakır

18.01.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Zülfü Livaneli

Tren, Manisa ve Diyarbakır

DÖRT çocuğumuzu tren parçaladı.
Demiryolu köprüsünden geçerken, üzerlerine doğru cehennem gürültüleri kopararak gelen tonlarca metalden kurtulamayıp paramparça oldular.
* * *
ON gencimiz de Manisa'da parçalandı.
Aynen Ayamama köprüsündeki tren gibi, olanca hışmıyla üstlerine gelen bir anlayış, gençlerimizin geleceğini karartan bir çarpmayla hepsini unufak ediverdi.
Bu kez Ayamama köprüsü değil, ayamama durumu söz konusuydu.
19 yaşındaki liseli gençler; Ayşe Mine Balkanlı, Münire Apaydın, Sema Taşar ve Özgür Zeybek 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldılar.
20 yaşındaki üniversite öğrencisi Jale Kurt 3 yıl 9 ay ceza aldı.
Yaşları 23 ile 30 arasında değişen E. Sait Erda, Levent Kılıç, Faruk Deniz, Aşkın Yiğit ve Ali Göktaş ise 12 yıl 6 ay hapse mahkum edildiler.
* * *
EKRANDA konuşan genç kız dolu dolu gözlerle olayı anlatıyor ve yaşadıklarına inanamadan: "Sadece müzik yapıyorduk. Sosyal çalışmalara meraklıydık. Halk bunu anladı, devlet anlamadı" diyordu.
95 yılında gözaltına alınmışlar, o gencecik yaşlarında çeşitli işkencelerden geçirilmişler, sonra da hapse atılarak mahkum olmuşlardı.
Ve avukatlarına göre ortada, işkence altında alınmış ifadelerinden başka bir şey yoktu.
* * *
HÜRRİYET gazetesi dünkü sayısında "Al sana çete!" başlığını kullanmıştı.
Görünce meraklandık!
Hangi çeteydi bu?
Adam öldürenleri, onca kişinin kanına girenleri ödüllendiren çete miydi?
Yoksa, inanılmaz bir can pazarında, silahlar, uyuşturucular ve karanlık ilişkilerle belirmeye başlayan çete mi?
Hayır!
Hiçbiri değildi bunların.
"Şarkı söyleyen liseliler çetesi"ydi.
* * *
DURUŞMA salonu önündeki ailelerin çektiği yoğun acı ve durmadan itilip kakılmaları hepimizin yüreğini paraladı.
Bazı çevrelerin niyeti, adalet duygusunun sarsıldığı ve adalete güvenin kalmadığı bir ortam yaratmak mı?
Kesinleşmemiş mahkeme kararının eleştirilemeyeceği kuralı, bu konuda yorum yapmamızı engelliyor.
Bizim amacımız Manisa'da işkence gören gençlerimizi yalnız bırakmamak ve onlara hep birlikte sahip çıkmak.
Basın ve demokrat çevreler, bu işin peşini bırakmamalı.

Herkes, Diyarbakır'daki yiyecek dağıtımında ortaya çıkan sefalet manzaralarına pek şaştı.
Oysa durum zaten apaçık ortadaydı.
Defalarca yazıldı, çizildi, televizyonlarda gösterildi. Güvenlik nedeniyle yerlerinden yurtlarından edilen insanlar, zaten yarı aç yarı tok bir yaşam sürüyor ve ancak ölmeyecek kadar beslenip, barınabiliyordu.
Bu kişilere kimse sahip çıkmadı.
Onları köylerinden atanlar "Aç mısın, tok musun?" diye sormadılar bile.
Şimdi ortaya çıkan manzaraya şaşıp şaşıp kalıyorlar.
Ne bekliyorlardı?
İsviçre manzaraları mı?
Nüfusu 2 milyona çıkmış olan Diyarbakır'da hangi trajedilerin yaşandığına hiç aldırmadan, "Gelişiyoruz. Ekonomide mucizeler yaratıyoruz. Herkes bizden korkuyor" nutukları atanlar, Türkiye'de yaşanan korkunç yoksulluğun ve gelir dağılımı adaletsizliğinin elbette farkında.
Ne var ki her şeyin üstünün örtülmesini istiyorlar. Amaçları, kimsenin bunları konuşmaması...
Bir kamyon çevresinde insanlar birbirini kırınca da "Allah Allah! Afrika manzaraları görüyoruz. Bu insanlar da nereden çıktı?" diyorlar.
Merak etmeyin.
Yarın bu konuyu da unutturur ve göçün perişan ettiği insanları kaderleriyle başbaşa bırakırlar.
Çünkü bizde devlet, yurttaşına yaptığı hizmetlerle, ona sağladığı yaşam koşullarıyla değil, ne kadar güçlü olduğuyla, vurdu mu devireceğiyle falan övünür.

EN ÇOK OKUNANLAR

KEŞFETYENİ

İlgili Haberler