Tekirdağ’dan iki misafir bekliyordum geçen hafta. Cuma akşamı kendimi “bekleme moduna” aldım. Geldiklerinde telefonla arayıp haber verecekler. Ben de uzaktan cep telefonuyla kumanda edilen bombalar gibi “active” olacağım. Ve tüm hafta sonunu onların emirlerine, talimatlarına amade geçireceğim.
21.00 gibi aradılar, “Taksim’deyiz”.
Fırladım. Taksim’de buluştuk.
“Sen niye geldin ki, tarif etseydin biz evi bulurduk Tuba abla.”
Buraları biliyor musunuz?
“Bizim bilmediğimiz yer mi var?”
Bilmeseler de aradıkları yeri kesin bulurlar.
Önümüzdeki iki gün evdeyiz, dışarı çıkamayacağız. Bari bu akşam “dışarıda” yiyelim. Bambi’ye girdik... Eve gelince de sevgilimle tanıştırdım: “Dilek ve Meloş.”
Müziksiz iş olmaz!
Neşeli, sıcak kimseler. Gençler. Şenler. “Kadınlarını” anlatmaya başladılar.
Kadınlarının bazısı tanıdık -Dilek’in kadını annem zaten. Ben aslında Halime hanımın kadınıyım ama Halime hanım bel fıtığından yattığı için, bu hafta sonu Dilek’le Meloş’un kadını olacağım.
Ne içersiniz, çay? Çay demledim, içtik. Evi gezmek istediler, gezdiler. Sonra da “Biz mutfağa girelim” dediler.
Niye ki? İşten çıktınız, yoldan geldiniz. Usta -guru?- yarın öğleden sonra gelecek. “Cumartesi gece geç saate kadar kalırım, pazar bitiririm” diye söz verdi. Yani yarın sabah bol bol vakit olacak.
“Yok” dediler, “Biz mutfağı yapalım...”
Annem tembih etti; müziksiz yapamazlar. Bir de kola... Mutfağa radyoyu uzattım. Dolapta kola da var. Ve başka bir istekleri olursa, ev onların...
“Annen ‘Tuba çok rahattır, rahat edin’ dedi zaten.”
En rahat edin, lütfen.
Ev bu; kalkar, iner...
Dilek’le Meloş tez canlı. Ertesi gün ustayı bekleyemediler. Radyoyu açtılar, usta gelinceye kadar salonla holün boyasına giriştiler. Eşyaları topladılar, boya naylonlarını serdiler, perdeleri indirdiler...
Perdeleri hemen çıkarmasa mıydık? Üstlerinde askılılar falan... Karşı komşu biraz dindar.
“Dindarsa namazına baksın, bize bakmasın” dediler.
Tavanlar, kesmeler, ilk kat, kuruma için bekleme vesaire, hiç anlamadığım hadiseler...
Nihayet Rıfat usta da geldi. Kızlar ustayı şöyle bir tarttı. Gerekirse arıza çıkaracaklar, hazırlar. Ki niyetine girerlerse, sağlam arıza çıkarırlar. Usta yalan olur, ben de bir halt edemem.
Fakat usta mülayim adam. Onların işine laf etmedi. Kızların talimatıyla yatak odasını boyamaya girişti. Salonla hole, daha sonra bir kat daha vurdu. Ama hep kızların gönlünü alarak, onların işini överek...
Birkaç saat sonra da Dilek’le Meloş “İyi adam” diye karşılıklı baş sallaştılar.
“Yatak göründü”
Cumartesi günü ev öyle bir ayağa kalktı ki, ben dedim bir daha asla yerleşemeyecek. Gidip kiralık ev mi baksam? “Biz daha ne evleri kaldırdık, indirdik” dedi Dilek, biraz da dalga geçerek: “Sen merak etme... Çekil şimdi kenara.”
Usta baktı iş hafifledi, gerisini pazar günü bitirmek üzere erkenden kaçmaya kalkıştı. Kızlar bırakmadı. “Mutfağı da bitir öyle. Daha Tuba abla Türk kahvesi yapacak bize. Falına da bakarız Rıfat abi, ha?”
Mutfağa ilk katı attı. Ben kahveleri yaptım. İkinci katı attı. Meloş falına baktı: “Adağın var, yolun var, dua eden yaşlı kadın var... Senin karın dalgalı saçlı mı Rıfat abi? Çok kısmetli maşallah.”
“Bol para geliyor”
Usta gitti, kızlar önce yatak odasını halletti. Gardıroplar yatağın üzerine boşaltıldı, katlandı katlandı kaldırıldı... Beni çağırdı Dilek: “Yatağın üstü göründü Tuba abla.”
Eee? Yatak odası tamam demekmiş. Yatağın iki yanına karşılıklı geçtiler, çarşafları gerdire gerdire itinayla yatağı yaptılar. Bitmiştir.
O gece boyanan yerleri temizleyip yerleştirip, diğer odayı da boya için hazırlayıp... Yatmamışlar. Çünkü zaten sabah olmuş o esnada.
Usta erkenden geldi. Karısıyla... Baktı bizim kızlar şenlikli, karısını da alıp gelmiş. Ben de yabancı sayılmam. Rıfat usta abimin evini de boyadı daha önce.
Karısı yetimhanede büyümüş. “Çok dayak vardı” dedi. Dört çocuğu olmuş, ikisi doğumdan sonra ölmüş. Şimdi yine hamile. Ama hiçbir şey yemedi. Sigara ve kahve içti. Dilek’le Meloş çok kızdı ona. Yine de yemedi.
Dilek’le Meloş ustaya da kızdı, hiç kusura bakmasınmış, mutfak olmamış, bir kat daha lazımmış. Bir de kapıları boyarken yere damlatırsa, başına gelecekler varmış...
Artık neredeyse bitti işler, gerçi kızlar dönüp dönüp aynı yerleri yeniden yeniden silmekteler ve eve dekoratif müdahaleler yapmaktalar ama, eh, artık birer Türk kahvesi içeriz.
“İçeriz de... Ben yapacağım” dedi Meloş. Aaa, niye, o kadar mı kötüydü benim kahvem? “Kötü demeyelim de...”
Benim falıma da Dilek baktı. Elbette kısmetlerim taşmaktaydı. Oradan buradan ve şuradan, bak bak, para geliyordu.
Para gelmeyecek, hatta az sonra para gidecek benden ama...
Yok yok, biriyle el sıkışıyorsun, bol para geliyor, kısmetler taşıyor, kuşlar, balıklar, oooo...
Pazar akşamı misafirlerimi yolcu ettim, gittiler.
* * *
“Yaz bizi, meşhur et” dediler.
Yazabildiğim kadar yazdım, umarım memnun da edebilmişimdir.
İlk fırsatta kahveye, yok onu pek beceremiyorum... Çaya bekliyorum.
Özay Şendir
Garipçeli Lütfi Reis'in başarısı...
4 Temmuz 2025
Cem Kılıç
Çocuk işçiliği ile mücadele
4 Temmuz 2025
Abbas Güçlü
Eğitimin dünü, bugünü, yarını
4 Temmuz 2025
Zafer Şahin
AK Parti’nin tek rakibi 3 harfliler
4 Temmuz 2025
Mehmet Tez
Yılın müzik olayı: Oasis bugün birleşiyor (bir aksilik olmazsa…)
4 Temmuz 2025