Ali Sirmen
SEVGİLİ,
Bir dostum var, benden biraz yaşlı ama gönlü bilsen nasıl genç. Az konuşur, kesik kesik, incecik cin gibi gözleri var çekik.
Geçen gün ben onu düşünürken, o yolculuğa hazırlanıyormuş meğer.
Dün gazetede gördüm, elinde özgürlük meşalesinin alevi Afrika'yı betimleyen zenciyi çizdiği enfes grafiğinin altında, açılacak sergisi için Afrika'ya gittiğini Turhan'ın.
Çizmeye çok erken başlamış olan Turhan'ı ben kısa pantalonlu iken de izlerdim. Sonra, Turhan ile biz Akşam'da, Cumhuriyet'te, Milliyet'te çalıştık birlikte. Dostluğumuz, iyice pekişmişti iş arkadaşlığının da ötesinde, birlikte kavga verdik, birlikte mahkemeye çıktık.
Geçenlerde bütün bir gün, kahkahalarla gülerek onu anımsamamın nedeni gördüğüm bir filmdi. Adı
"Yalancı Yalancı".
Sürekli yalan söyleyen, çocuğu dahil, çevresindeki herkesi aldatan, savunmasını hukuk değil yalan üzerine kuran, bir avukatın öyküsünü anlatan ilginç bir film.
Biliyorum, "bu ülkede şu günlerde böyle bir tipin canlandırıldığı filmin nesi ilginç ki?" diyeceksin şimdi.
Yoo öyle değil! Filmin ilginçliği, avukatın çocuğunun, doğum gününde tuttuğu dileğin, gerçekleşmesi ve bu yalancının başına lanet gibi inmesiyle başlıyor.
Küçük oğlan kendisini de sürekli aldatan babasının bir gün yalan söylememesini, söyleyememesini istiyor. Dilek gerçekleşiyor.
Avukat istese de yalan söyleyemiyor, elinde olmadan, yalan yerine doğrular çıkıyor ağzından, "bari yazayım yalanı söyleyemediğime göre" diyor, kalemi alıyor, ama kalem de, yalan kelamı çiziktirmiyor akkağıt üstüne.
İşte o zaman andım Turhan'ı.
Sevgili,
Turhan'ı anmamın nedeni, yalancılık değil. O lanetlenmiş avukat gibi, yalanı istese de söyleyemez.
Birgün bir arkadaşımızın yakınının sergisine gitmiştik. Serginin sahibi ve de eşi gelip gelip Turhan'a soruyorlar:
- Nasıl buldunuz?
- Beğendiniz mi?
Ben ve de kusura bakma sen olsak, kolay. "Haaa çok güzel olmuş" deyip çıkıveririz işin içinden.
Ama Turhan bu yalan söyleyemez ki.
Turhan ıkınıyor, sıkınıyor, terliyor, ne diyeceğini bilemiyor, durumu idare etmeye çalışıyor.
- İlginç diyor, çok ilginç.
Sonra ardından ekliyor:
- Benim hiç aklıma gelmezdi böyle bir şey denemek, ama siz düşünmüşsünüz.
Turhan az konuşur, ama öz konuşur, böbürlenmesi ise hiç yoktur. Zaten şimdi seyahatte olmasa idi bunları rahatlıkla yazamazdım; övgülerden pek hoşlanmaz, tam tersine sıkılır. Ama gözlemleri müthiş, bir yandan kumar oynarken, öte yandan gazetedekilerin paralarını vermediği için Malik Yolaç'a kızgın. Ama küfür hayatında etmemiş. Onun kısa boyundan kompleksini de biliyor ve şöyle diyordu:
- Ne tuhaf adam, şu Malik herkes ayaktayken oturuyor, herkes otururken ayağa kalkıyor.
Ama bu ince ironisine karşılık Turhan, öldür Allah en sıkışık zamanında bile, yalan söyleyemez.
Paralarımızı alamadığımız için Akşam Gazetesi'nde eylem yapıyoruz. Liderimiz Turhan. Söylentiler çıkıyor birbiri ardından.
Turhan hemen topladı, bütün arkadaşları, herkesin hoşuna gitsin gitmesin, bütün doğruları, duraksamadan anlattı bir bir.
O zaman düşündüm. Acaba bu adam Abdülcanbaz'ı aynaya bakarak mı çiziyor diye. Hoş Abdülcanbaz'da hem onda, hem kardeşi İlhan Selçuk'ta bulunan bilgelik de var ya.
O kendi bilgeliğini çizmez, İlhan'ınkidir çizdiği.
Bu hiç yalan söylemeyen dostumun fırçası bir gün bile yalan çizmedi demiyeceğim. Çünkü yalan çizmeye yeltenmedi bile.
Sevgili, pek seviniyorum, Turhan, Afrika'ya gidiyor diye. Çünkü böylelikle siyah adam, karşılaşacak beyaz adamın akyüzüyle.
Yazara Emaila.sirmen@milliyet.com.tr