Yazarlar Türkiye 21. yüzyıla nasıl merhaba diyecek?

Türkiye 21. yüzyıla nasıl merhaba diyecek?

31.12.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Türkiye 21. yüzyıla nasıl merhaba diyecek?

Türkiye 21. yüzyıla nasıl merhaba diyecek

       1999'a merhaba! 2000'e geri sayım bu tılsımlı tarihle başlıyor. Bir yıl içinde, koca bin yıl ve yüzyılı birlikte uğurlayacağız. Olağanüstü bir tarih randevusu...
       İnsanların nasıl "biyolojik" (vücut sağlığı yaşı) ve "kronolojik" (takvim yaşı) yaşları farklı olabiliyorsa; "siyasi - sosyal" tarih ile "kronolojik" tarih ibreleri de farklı olabiliyor fakat.
       20. yüzyılın büyük düşünürleri Eric Hobsbawm, Ralf Dahrendorf, Jurgen Habermas; "siyasi - sosyal tarih" açısından 21. yüzyıla çoktan girdiğimizi iddia ediyorlar. Devirdiğimiz asrı "Kısa Yüzyıl" diye tanımlayan, ünlü İngiliz tarihçi Hobsbawm örneğin, yüzyılın gerçekte 1900'le değil Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle (1914) başladığını, Duvarın çökmesiyle (1989), sona erdiğini söylüyor.
       Bu siyasi düşünürlerin tümü, söz konusu "Kısa Yüzyıl" tanımı etrafında birleşiyorlar ve en önemlisi 20. yüzyıla noktayı 1999'da değil, 1989'da koyuyorlar. Siyasi, sosyal, kültürel anlamda biz tam on yıldır 21. asırda yaşıyoruz, başka deyişle.
       1917 Sovyet devrimi, '33 nasyonal sosyalizm atağı, '36 İspanya İç Savaşı, '39 İkinci Dünya Savaşı, '45 Soğuk Savaş başlangıcı, '68 devrimi, '69 Ay'a yolculuk (enformatik - iletişim devriminin başlangıcı), '85 para birliği ve siyasi Avrupa'nın çekirdeğini "tek pazar" ve '89 Berlin Duvarı'nın çöküşü... "Kısa Yüzyılın" can alıcı dönüm noktaları bunlar...
       1989, yarım yüzyıl boyunca suni duvarla bölünen "Avrupa'nın doğal coğrafyasına kavuşmasının" ötesinde; 21. yüzyıla da damga basacağı düşünülen "globalizasyon - küreselleşme" devriminin başlangıç noktası. Dünyaya yeni özgürlükler, yeni ufuklar ve yeni imkanlar açan bir tarih yani 1989.
       21. yüzyılın birlikte getirdiği bu yeni boy ölçüşme "ekonomik globalleşme" oluşturuyor. Korumacı ve müdahaleci politikalar "pazar dışı" kalmak gibi çok büyük bir maliyet taşıdığından ulus devlet, kontrolü giderek "pazar güçlerine" devrediyor.
       Uydu antenler ve "bilgi otoyolları İnternet'in" oluşturduğu bir de "siyasal küreselleşme" var bunun yanında. Ünlü Alman sosyoloğu ve düşünürü Habermas örneğin, "Ulus devletlerin iç politikaları" diyor: "Bundan böyle, (ulus devlet üstü bir) kozmopolit devletler topluluğu ile işbirliği yapmak zorunda..."
       Yani "iç politika" ile "dış politika" arasındaki sınırlar da kalkıyor başka deyişle. "İç politika" önceliklerinize göre "dış politika" oluşturup, dünyaya bunu dayatamıyorsunuz... Dış politikanın "siyasi - kültür parametreleri" değişiyor.
       On yıl öncesine dek kağıt üzerinde kalan yeni bir insan hakları coğrafyası, siyaseti, kültürü, hukuku doğuyor. Geçmişteki "ulusal egemenlik" kavramı yerini esnek, başka dinamiklere bırakıyor.
       "Güçlü sivil toplum" aracılığıyla "kozmopolit devletler topluluğu" ile diyalog anlamına gelen bu "kültürel - siyasi küreselleşme"nin anahtarı şeffaflık, iletişim, imaj...

       Atarük devrimleriyle 20. yüzyıla büyük "sıçrama" yapan Türkiye işte '89'la açılan bu yeni yüzyılı (21. yy.'ı) yakalamakta zorlanıyor. "1989"un anlamı ve içerdiği devinimleri ıskalıyor çünkü Türkiye.
       Zaman, mekan, teknoloji, iletişim, ekonomik anlamda "tüm duvarları" ezip geçen "1989" Türkiye için - bilakis - şimdiye dek varlığını yeterince duyumsamadığımız duvarların yükselmesi anlamına geliyor. Ve Avrupa'dan çift taraflı ve çok güçlü bir duvarla giderek ayrılıyoruz. Avrupa'nın Türkiye'ye ördüğü duvar, Soğuk Savaş yıllarında üstü örtülen, beş yüz yıllık, köklü bir "İnebahtı" duvarı.
       "Ben şimdiye dek partimin simgesi olarak yalnız 'haç' taşıdım. Hilali taşıyamam. Benim kafamdaki zihinsel coğrafyadaki Anadolu Asya anlamına gelir. Öyle de kalacaktır..." Türkiye'nin AB üyeliğine ilişkin hissiyat ve düşüncelerini Lüksemburg sürecinde böyle ifade eden Kohl'ün sözleri. "İnebahtı Duvarına" en somut örnek.
       Türkiye ve Avrupa arasındaki duvar, yalnız bundan ibaret de değil. Kendi tarafından Türkiye de Avrupa'ya "siyasi bir sansür duvarı" çekiyor. İnsan hakları, sivil toplum, düşünce ve fikir özgürlüğü, şeffaflık alanlarındaki "globalleşmeyi" görmezden geliyor ya da işine geldiği gibi görmeyi yeğliyor Türkiye de. Avrupa'daki siyasi değişim ve dönüşüme bir "sansür filtresi" ardından bakıyor.
       21. yüzyıla girişin anahtarı, bu "çifte duvarı" yıkmaktan geçiyor. Başkalarının bize çektiği duvarı yok edebilmenin yolu, 89'u kavramak ve öncelikle kendi ördüğümüz duvarları yıkmak. "Değişim" demek bu. 20. yüzyıla girerken becerdiği sıçramayı kendi inisiyatifi ile yapmış olan bir Türkiye; 21. yüzyıla girişi neden ıskalasın?



Yazara E-Posta: cerrahoglu@milliyet.com.tr