Yazarlar Türkiye hukuktan kaçıyor mu?

Türkiye hukuktan kaçıyor mu?

31.01.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Türkiye hukuktan kaçıyor mu?

Türkiye hukuktan kaçıyor mu


       Okurlarımın Türk - Yunan yakınlaşmasına ilişkin sorularının ardı arkası kesilmiyor. Bunlardan geçen yazımda yanıtlayamadığım ve en ziyade ilgi odağı olduğunu gördüklerim şunlar:
       * Önceleri Ege sorunlarının varlığını kabul eden Yunanistan'ın bir süredir "kıta sahanlığı dışında sorun yoktur" demesi neden ileri geliyor?
       * Türkiye kıta sahanlığı sorununu çözüm için Atina'nın önerdiği gibi Uluslararası Adalet Divanı'na neden götürmüyor? Türkiye hukuktan kaçıyor mu?
       * Atina vetosuyla Türkiye'yi köşeye sıkıştırıyor. Atina'nın onayı olmadan Türkiye AB ile tam üyelik müzakerelerine oturamaz. Bu durumda Türkiye üyelik yolunda nasıl ilerleyecek?
       * * *
       Birinci soru, uzlaşma yolu üzerindeki en çetin engellerden birine ilişkin...
       1980 yılına kadar Türkiye ile Yunanistan arasında Ege'deki sorunların envanteri üzerine bir görüş ayrılığı yoktu. Örneğin, 1978'de Montreux'de yapılan Ecevit - Karamanlis zirvesinden sonra başlayan müzakere sürecinde, kıta sahanlığına ilaveten, hava sahası, FIR hattı, uçuş koridorları, Doğu Ege adalarının silahtan arındırılması ve Batı Trakya'daki Türk azınlığı gibi sorunlar ele alınmıştı.
       Ancak, Ekim 1981'de başbakan olan Andreas Papandreu (Yorgo Papandreu'nun babası), Türkiye'ye karşı yüksek riskli bir gerginlik politikası izlemeye başladı ve kıta sahanlığı dışında Yunanistan'ın Ege'de Türkiye ile hiçbir sorunu bulunmadığını iddia etti. Andreas Papandreu'ya göre, Türkiye'nin sorun diye nitelediği konular Yunanistan'ın egemenlik hakları kapsamındaydı ve Ankara'nın bunları sorgulama hakkı yoktu.
       Papandreu'nun, bir kıta sahanlığı sorunu bulunduğunu kabul etmesi ise, 1975'te Türkiye'nin Ege deniz tabanında bilimsel araştırma yapması nedeniyle patlak veren krize ilişkin olarak Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından verilen kararlardan ileri geliyordu.
       Lahey mahkemesi, Atina'nın iddialarının aksine Ege kıta sahanlığının henüz sınırlandırılmamış olduğunu, bu nedenle de taraflardan hiçbirinin kıta sahanlığı üzerinde hak iddia edemeyeceğini hükme bağlamıştı.
       BMGK'ya gelince, aldığı kararla, tarafları, sorunu önce doğrudan müzakere yöntemiyle çözmek için azami gayret sarfetmeye davet etmiş, halledemedikleri hukuki sorunların çözümü için de uluslararası hukuk yolları veya Lahey'e başvurmalarını önermişti. Ne var ki, Türkiye'nin girişimlerine rağmen, taraflar arasında anlamlı bir müzakere süreci başlatılamadı.
       * * *
       Şimdi, ikinci soruyu ele alalım. Ankara'nın, Atina'nın isteği doğrultusunda kıta sahanlığı sorununun Lahey mahkemesine götürülmesine karşı çıkmasının iki temel nedeni var:
       Birincisi, Ege Denizi'nden kaynaklanan sorunların hepsinin bibiriyle bağlantılı olması ve bir bütün teşkil etmeleridir. Bu sorunları birbirlerinden soyutlayarak çözmeye çalışmak, hem teknik hem de hukuksal açılardan mümkün değildir.
       İkinci neden de, Ege sorunlarına çözüm aranırken, Lozan Barış Antlaşması'ndaki çıkar dengesini koruma gereğidir. Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlık ve egemenliğini tescil etmenin yanında Türkiye ile Yunanistan arasında Ege'yi kapsayan bir çıkar dengesi oluşturmuştur. Ancak, bu denge, hukuksal değil, siyasal ve stratejik ölçütler üzerine bina edilmiştir.
       Bunu ortaya koyan çarpıcı bir örnek verelim. Batı Trakya'da Türk nüfusu çoğunluktayken, Yunanistan'ın güvenlik gerekçeleri dikkate alınarak bu bölge Yunanistan'a bırakılmıştır. Buna karşılık, Anadolu'nun ayrılmaz bir parçası olan ve Türkiye'nin güvenliği için büyük önem arzeden Kuzeydoğu Ege adalarının mülkiyeti söz konusu olunca, bu sefer stratejik gerekçeler arka plana itilmiş ve nüfus çoğunluğu ölçütü esas alınarak adalar Yunanistan'a verilmiştir.
       Bu örnek, Lozan Antlaşması'nın temelde siyasal olan yapısını ortaya koyuyor. Bu itibarla, Ege sorunlarının, müzakere yöntemi tamamen gözardı edilerek, Lahey mahkemesi gibi davaları sadece hukuksal ölçütlerle inceleyecek bir yargı organı tarafından ele alınması Türkiye için olumsuz ve haksız sonuçlar doğurabilir.
       İşte bu nedenle Türkiye, bir bütün olarak ele alınacak Ege sorunlarına önce müzakere yoluyla Lozan dengesini gözeten çözümler aranmasının akılcı bir yol olduğuna inanmakla birlikte, müzakere sürecinde sorunların niteliğine göre Birleşmiş Milletler Şartı'nda öngörülen tüm hukuk yollarına ve bu arada Lahey mahkemesine de başvurulmasına karşı değildir.
       Görüleceği üzere Türkiye hukuktan kaçmıyor. İşin mantığı neyi gerektiriyorsa onu yapıyor.
       * * *
       Üçüncü sorunun içerdiği kaygılar gerçekçi bir nitelik taşıyor. Atina'nın, Kıbrıs meselesi ile Ege sorunlarına istediği çözümleri elde edinceye kadar, Türkiye'nin AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlamasını elindeki veto kozunu kullanarak engelleyeceğini söylemek için müneccim olmak gerekmiyor.
       Ancak, bu konuda artık AB'nin de söz hakkı var. Türkiye'nin sorunlara makul, yapıcı ve hakkaniyet ölçütlerine uygun çözümler getirebildiği ve bu hususta AB'nin olumlu değerlendirme ve desteğinden yararlanabildiği ölçüde üyeliğe giden yolda ilerlemesi kolaylaşacak.
       Ankara'nın stratejilerini bu gerçek ışığında saptaması zorunlu.



Yazara E-Posta: selekdag@milliyet.com.tr