13.09.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:
Duygu Asena
Tam uçağa binip de uzun bir yol gitmeme birkaç hafta kalmışken, dünyanın en güvenilir hava yollarından biri büyük bir kaza geçirdi. Ne korkunç acı bir olay. Uçaktan korkanlar için de korkularını artırıcı bir darbe daha. Acaba uçağa binip de içinde küçücük bir heyecan hissetmeyen kaç kişi vardır? "Ben hiç korkmam" diyenleri çok gördüm. Onlara inanıyorum da, ama bir hava boşluğu, bir türbülans, fırtına anında da mı hiç korkmuyorlar, bunu merak ediyorum.
Ben de son yıllarda "hiç korkmayanlar" sınıfına dahil oldum gibi. Çok uçunca böyle oluyor, korkuların üstüne gitmek gerek. Yıllar önce, yeni yeni uçaklara binmeye başlamışken, en ufak bir sallantıda, en küçük bir ses farklılığında ödüm patlıyordu. Tabii ben de herkes gibi hiç korkmuyor numarası yapıyordum. Elimde bir dergi, sımsıkı ona yapışmışım, sakin sakin okuyor gibi yapıyor, tek bir satırı bile anlayamadan, arada bir hosteslerin yüzünden bir şeyler anlamaya çalışmak amacıyla çaktırmadan bakarak kaskatı oturuyordum. Zamanla, uça uça, uçaklardaki ses değişikliklerini anlamaya başladım, uçak kazalarının istatistiklerini inceledim ve ne kadar az olduğunu gördüm ve eğer kötü bir şey olacaksa, bunun ihtimalinin sokakta yürürkenki kadardan fazla olmadığına inandım. Kara trafiğinde gitmek korkumu ise hiç yenemedim.
Uçak korkumun yok olmasındaki en önemli etken birkaç kez davet edildiğim kokpitte, pilotlarla birlikte uçmamdır. Orada minicik bir koltuğa oturtup bağlıyorlar sizi, sonra çay kahve ikram ediyorlar, pilotlar da size doğru dönüyor ve koyu bir sohbet başlıyor. Önce o gelişmiş aletleri tanıtıyorlar, ekranda görülen radarlarla, kilometrelerce uzaklıktaki havayı görebiliyorsunuz. Uçaklar o korktuğumuz türbülansları önceden görüyor, kaçmaya çalışmıyorlar bile, öylesine önemsiz, tehlikesiz. Orada pilotlarla oturuyorsunuz, uçak zangır zangır sarsılıyor ve pilotlar sizinle konuşmayı sürdürüyor. O arka koltukta otururken heyecanlandığınız sarsıntı, o anda, görevlilerin yanında öylesine sıradanlaşıp, önemsizleşiyor ki. Hele kocaman ışıklı bir T harfi şeklindeki alana iniş öylesine keyifli ki, bir lunaparktaki gibi coşku dolu hissediyorsunuz kendinizi.
Bir kaptan bana dedi ki, "sarsıntı olduğu zaman hiç endişelenmeyin, çakıllı yolda giden bir otomobilde farzedin kendinizi, arkanıza yaslanın, salıncaklı koltukta gibi keyfini çıkartın." Ondan sonra ben de hep öyle yaptım. On küsur saatlik uçuşlarda bile yol boyunca havalarda olduğumu unutup, tadını çıkarttım. Pervaneli uçaklarla Atina'ya, Budapeşte'ye gittim. Minicik, eski püskü Rus uçaklarıyla Küba'da dolaştım. Korkmamaya karar verdim ve korkmadım. Düşündüm de madem ki o an bunu yapmak zorundayım, korku ne işe yarar? Şimdi her hafta bir kez bir yerlere uçmazsam, bir şeyler eksikmiş gibi hissediyorum. Uçmayı özlüyorum. Ama ağır bir sallantı, ciddi bir ses değişikliği olsa elbette benim de yine ödüm patlar.
Uçakta insanlara bakıyorum da hepsinin davranış biçimleri aynı. Hostes uçuş süresini söyler söylemez hemen saate bakmalar, on dakikada bir kaç dakika kaldığını hesap etmeler, koltuğun kenarlarına yapışmış terleyen eller, bir şey okuyormuş numaraları, tekerlekler yere değdiğinde, yumuşayan yüzler... (Ve tabii tüm ikazlara rağmen otobüse biner binmez açılan cep telefonları.)
Benden size öneri, ses değişikliklerini izlemeyin, sarsıntıda hiç korkmayın, uçakların kendi kendilerine kalkıp inecek kadar teknik donanımlı olduğunu hep hatırlayın. Kaza olasılığı her yerde, her zaman var. İlle de korkmak istiyorsanız, inişteki üç - beş dakikadan korkun, en tehlikeli an buymuş çünkü. Havadayken boşuboşuna hayatı kendinize zehir etmeyin.