Dünya ekonomik krizi, Ortadoğu’yu, Suriye’yi falan konuşurken biz geçen hafta İzmir’de kendi küçük dünyamızda birbirimizi tartışmaya, hatta birbirimizi yemeye devam ettik.
CHP’nin isyancı belediye başkanlarını, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun aday olmayacağını ilk kez parti grubunda dile getirmesini, isyan ateşini söndürmek için Volkan Canalioğlu ile birlikte İzmir’e gelen CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin‘in temaslarını izledik.
Dünya sorunlarını irdelemeyi ağır ağabeylerimize bırakıp biz yine kendi dünyamıza dönelim.
Bu girişi yapmamın sebebi, Gürsel Tekin’in parti yemeğinde yaptığı konuşmaya kafayı takmış olmam. Gürsel Tekin, belediye başkanları arasındaki krizin basın tarafından büyütüldüğünü hatta çıkarıldığını iddia etti. AK Parti’nin kamuoyunun kafasını karıştırmak için ‘İzmir’de kale düştü’ diye haberler yaptırdığını savundu.
Peşinen söyleyeyim; Gürsel Bey kendini kandırıyor. Kendini kandırmıyorsa, gözlerinin içine baka baka partililerini kandırıyor. AK Parti’den hiç kimse gazetecileri arayıp bu veya buna benzer bir spekülasyon haberi yapamalarını istemedi. En azından bizden böyle bir şey isteyen olmadı.
Diyeceğim odur ki; Gürsel Bey, basını suçlama kolaycılığına kaçarak yalnızca kendini kandırır. Basın kale düşüyor diyorsa, nerede hata yapıldığına araştırmalı. Aksi halde, partilileri motive etmek adına basını harcama kolaycılığına tercih ettiğini düşünürüz.
Bu düşünceyle, herkesi ezip geçen rakibine karşı maça çıkacak zayıf takımın “Haydi aslanlarım; siz onları parçalarsınız” diyen teknik direktör konumuna düşer ki, daha ilk devrede acı gerçeği görür. Lafla, gazla galibiyet gelmeyeceğini, taktik ve teknik gerektiğini, herşeyden önce akla ihtiyaç olduğunu acı şekilde anlar.
Bir çift sözüm de “isyancı” belediye başkanlarına.
Aranızda Aziz Kocaoğlu’nun koltuğunu hayal edenler olsa da bu isyanın amacının büyük koltuk olmadığını zaten biliyoruz. Ancak böyle giderseniz koruma derdine düştüğünüz küçük koltuk da gidecek; haberiniz olsun.
Boşuna yorulmayın; yıkamazsınız...
Birkaç haftadır, ölköğretim okullarında sabah derslere girmeden önce okunan “andımız” ile ilgili bir çift söz etmek istiyordum. Bugüne nasip oldu.
Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin ilk genel sekreteri, Türk Tarih Kurumu’nun kurucu üyesi, vatanperver Doktor Reşit Galip, 19 Eylül 1932’de Atatürk tarafından Milli Eğitim Bakanlığı görevine getirilmişti. Ankara’da bir caddeye verilmiş olan adı çok fazla bilinmez. Aslında Türkiye’de üniversite reformunun yapılmasını sağlayan kişilerden biri de odur. Ülkenin kalkındırılmasının köylerden başlatılması gerektiği düşüncesinden hareketle köy enstitülerinin kurulmasının yolunu açanlardan olan Reşit Galip, 23 Nisan 1933’te “Öğrenci Andı”nı yazarak, Türk çocuklarına armağan eden kişidir.
O tarihten sonra 1972 ve 1997 yıllarında alınan kararlarla bazı bölümleri değiştirilen öğrenci andı, 68 yıldır her sabah derslerden önce ilköğretim okulu öğrencileri tarafından okunur.
Atatürk, emperyalizmin planlarına karşı, Anadolu toprakları üzerinde, aralarında farklı kökenlerden gelenler olsa da bağımsız bir ulus yaratmak istemişti. Bu ulusu bir arada tutmak için de aynı ülkü etrafında toplamak için çaba harcamıştı. Reşit Galip’in yazdığı “andımız” işte bu amaçla kaleme alınmıştır. Orada söylenen “Türküm, doğruyum” sözü bir ırksal kökenden çok, bir ülküyü tarif eder.
Atatürk’ün öncülüğünde gelişen millet anlayışını özümseyemeyenler, Türkiye’nin üniter yapısını bozmayı hedef alanlar bugün Atatürk’ü ve onun yerleştirdiği kavramları hedef alıyor.
Hedeflerinden biri de çocuklarımızın her sabah okuduğu “andımız” dır. Bu andı ırkçılıkla suçlayanların asıl kendileri ırkçıdır; emperyalizmin hizmetindedir. Asıl hedeflerinin ne olduğunu da zaten biliyoruz.
Kendilerini boşuna yormasınlar...