Başlıktaki yargıyı peşinen vurgulayarak başlayayım; İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, gerçekten sabırlı adam.
Çünkü son iki ayda onun yaşadıklarını kimse yaşamadı. Belediyesi basıldı, kameralar yerleştirildi, telefonları dinlendi, mesai arkadaşları tutuklandı.
Türkiye standartlarında tepkileri olan birine bu kadarı bile yeterdi aslında. Ancak sabır zorlayan saldırılar, bu kadarla kalmadı. Genel seçim atmosferi, hızla yerel seçim havasına büründü. İnsanların ekonomik durumu, ülkenin geleceğinin ne olacağı bir yana bırakıldı, İzmir’e yapılacak yollar, köprüler, metro tartışılmaya başlandı.
Bunlar yapılırken de, “yerel iktidar” belediye yönetimine vuruldukça vuruldu. Sanki bütün imkanlar ayaklarına serilmiş gibi... Sanki önüne türlü engeller çıkarılmamış gibi her şeyin hesabı ona soruldu.
Bu ortam içinde Kocaoğlu’nun tek tepkisi, Expo mektubunu Paris’e götüren heyete katılmamak oldu. Gerçi bu tepkiyi de anlayamayanlar, “Ne olursa olsun gitmesi lazımdı” diyenler çıktı. Yüreğinde kopan fırtınaları duyumsayamayan, insanların hapse atılmasından oy devşirmeye çalışan bir anlayışla kol kola görüntü vermenin, hem hapisteki arkadaşlarına hem siyasette geride bıraktığı yıllara ihanet olacağını algılayamayanları gördük.
Yine de soğukkanlı
Kocaoğlu, protestoda bile sessiz iken, dün ses vermek zorunda kaldı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın cumartesi günü İzmir’de yaptığı mitingte bir sağdan, bir soldan vurmasına, yine kendisine yakışan soğukkanlılıkla “mecburen” konuştuğunun üstüne basa basa cevap verdi.
Başbakan’ın “Türkiye’nin incisi, bu çirkin görüntüleri, altyapı eksikliğini hak ediyor mu? Size yalan söyleniyor. Bakanlarım burada. İzmir’in Büyükşehir Belediye Başkanı ve kendi akıl hocası genel başkanı ne konuşacaksa onu konuşsun. Hak ettiği parayı almıyorsa ispat etsin, görevi bırakırım. Çünkü Tayyip Erdoğan hiçbir belediyeye göreve geldiği günden bu yana adaletsizlik yapmamıştır. İzmir susuz kaldı, Gördes Barajı’ndan suyu kim getirdi? Biz getirdik, biz. Bu nankörlüktür, nankörlük” şeklindeki sözleri ve ardından söyledikleri yenilir yutulur değildi.
Kocaoğlu, “Başbakan beni yalancılık ve nankörlükle suçlamasa yine cevap vermeyecektim” dediği açıklamasında, Maliye’nin fazladan 63 milyon lira para kesip üstüne yattığını, 2.5 katrilyon borcu olan Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ödemesi gerekenin yüzde 1’i bile kesilmezken, toplam borç tahsilatının yarıdan fazlasının İzmir’den yapıldığını sakin bir üslupla dile getirdi.
Başbakan, “İzmir susuzdu biz su verdik; biiizzz” derken, bütün belediyelere “anahtar teslimi” tesis yapan, Kızılırmak suyunu Ankara’ya getirip Melih Gökçek’e teslim eden DSİ’nin, “arıtma tesisi ve boru hattı yapmazsan, damla su vermem” şartı koştuğunu dile getirmekle yetindi.
Yerinde ben olsam...
Baştan dedim ya... Kocaoğlu gerçekten sabırlı adam. Ben olsam çoktan patlamıştım. Kocaoğlu, bu kadarcık açıklamayı bile İzmirlilerden özür dileyerek, “Kusura bakmayın, bunları anlatmaya mecbur kaldım” diyerek yaptı.
Ben olsam, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Botaş’tan alıp ödemediği 2 milyar dolarlık doğalgaz borcunun, dogalgaz özelleştirmesi sırasında nasıl kapatıldığını sorardım.
Benim arkadaşlarım konser organizasyon ihalelerini 3-4 firma aldı diye hapse atılırken, Antalya Büyükşehir Belediyesi AK Parti elindeyken, Başkan’a yakın bir firmanın nasıl olup da bir yıl içinde 155 organizasyon işi almasına, 7 trilyon liradan fazla para kazanması karşısında ne işlem yaptıklarını sorardım.
Gazeteci değil, siyasetçi olsam, belki daha da farklı davranırdım...
Ancak Kocaoğlu böyle davranmadı.
Biraz daha düşününce anlıyorum ki; bu tutumun sebebi, yalnızca olağanüstü sabırlı bir yapısı olmasından değil. Seçimin geçeceği, sonrasında yine Ankara ile bu şehrin geleceği için birlikte çalışmak zorunda kalacağını bildiği için, İzmir’in geleceği için her türlü saldırıyı sineye çekiyor. Konuşmadan, cevap vermeden önce bir kez daha yutkunuyor.
O yüzden diyorum ki; sabrın için teşekkürler Sayın Başkan...