Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, en az iki haftada bir seçim bölgesi İzmir’e geliyor. Vatandaşla, sivil toplum örgütleriyle görüşüyor, çalışmalarla ilgili denetimler; açılışlar yapıyor. İzmirliler Bakan’ı biraz daha iyi tanıyor. Bunlar daha önce fazla tanık olmadığımız; güzel şeyler. Ancak kendisinin de bizi daha iyi tanımaya ihtiyacı olduğu açık.
Önceki gün Bostanlı Balıkçı Barınağı’nda balıkçılarla kahvaltı ederken sorunlarını dinledi; sohbet etti. Kooperatif Başkanı Hakan Zarif’in yerel yönetimlerden, hizmet gelmemesinden şikayet etmesi üzerine patladı:
“İzmir’de yerel yönetimlerden şikayet etmeyene rastlamadım. Kimse memnun değil ama yüzde 70 oyla seçiyorsunuz! Bu nasıl iştir anlamadım!”
Aslında anlaşılmayacak bir şey yok...
İster Cumhuriyet değerlerine bağlılığından, bunları yitirme kaygısından deyin, ister inadından olduğunu söyleyin.
İzmir’in yapısı bu... Tersine gitmeyi çok sever İzmirli... Siz inat ettikçe bir kat daha fazla inadına gider...
O yüzden inatlaşmak, cezalandırmak gibi şeyler bize göre değil anlayacağınız...
Zaten bizim milletimizin tamamı böyle değil mi...
Tersine gitmeyi çok severiz...
Bu milletle inatlaşmazsanız, zarar gördüğüne bakmaz; sizi benimser. Yüzde 70 oy da verir, yüzde 50 de...
Kafamıza kuş pislese gidip milli piyango bileti alan bir milletiz biz.
Sokaktaki herkes hükümetten şikayet eder ama bir bakmaşsınız iktidar partisinin oyunu artırarak yeniden iktidar olmuş. Buradan da belli değil mi ters bir millet olduğumuz?
Şaşırmayın yani...
İzmir kadın dostu olmalı
Kadına yönelik şiddet; son dönemde arttı. Ya da en azından bu konuda toplumun hassasiyeti büyüdüğü için, her olay eskisinden daha fazla dikkat çekiyor, gürültü koparıyor. Olması gereken de bu zaten...
Ancak bu sorun yalnızca ülkemize özgü değil. Gelişmiş ülkelerde o kadar fazla olmasa da dünyanın pek çok yerinde kadına yönelik şiddet dikkat çekici boyutlarda.
Bunu gören Birleşmiş Milletler, kadının güvenliği ve erkeklerle eşit koşullardan yararlanmalarını sağlamak amacıyla “Kadın Dostu Kentler Projesi” geliştirdi. Proje Türkiye’de de uygulamaya geçiyor. Bu kapsamda Türkiye’de 12 il, “Kadın Dostu“ olmak için harakete geçti. Bu iller arasında İzmir de bulunuyor. Nevşehir, Trabzon, Antalya, Bursa, Samsun, Malatya, Gaziantep ve Kars’ın yanı sıra kadına şiddet olaylarının sık sık basına yansıdığı Van, Şanlıurfa ve Mardin’in de “Kadın Dostu“ il olmak için başvurması dikkatimi çekti.
Peki; bir kent nasıl “Kadın Dostu“ olabilecek?
Birleşmiş Milletler’in belirlediği kriterlere göre, yerel yönetimler, toplu taşıma duraklarına kadınların “155 Polis İmdat” hattını arayabilecekleri telefon veya çağrı sistemleri yerleştirecek, sokakları daha güvenli hale getirecek.
Kentlerde çıkmaz sokak ve aşırı kıvrımlı yollar bulunmayacak, binalarda penceresiz cephe olmayacak.
Ayrıca MOBESE kameralarının sayısı da yeterli hale getirilecek.
Otoparklarda girişe yakın yerler sadece kadınların kullanımına ayrılacak.
Mahallelerde kadınların istirahat etmesine, eğlenmesine ve bir araya gelmesine imkan verecek alanlar oluşturulacak.
Parklarda kadınların ihtiyaçlarını özgürce karşılayabilecekleri fiziki düzenlemeler yapılacak.
Kentte sokaklar, meydanlar, otoparklar, çocuk oyun bahçeleri, parklar gibi alanların aydınlatması eksiksiz sağlanacak.
Yani kısacası; bir erkek günlük hayatını nasıl cesaretle, güven içerisinde, özgürce sürdürüyorsa kadınların da aynı şekilde yaşaması için gerekli şartlar yerel yönetimler ve devlet tarafından sağlanacak.
İzmir Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi’nin dikkatini çekmek istiyorum. Çünkü bu konuda ilk adımı atan kent Antalya oldu. Valilik ve Büyükşehir Belediyesi bünyesinde bu şartların yerine getirilmesini takip edecek özel birimler oluşturuldu. Öncülük İzmir’e yakışırdı. Ancak geç kalmış değiliz. Hemen işe koyulup gereken düzenlemeleri yapmaya başlayalım; ve Türkiye’nin ilk kadın dostu kenti İzmir olsun.
Doğanın işine karışmak
Ayvalık’ta kıyıya yakın bir ada. Adı Hasır Adası. Üzerinde kimse yaşamadığı için, o ortamda yaşayabilecek tavşan gibi yaban hayvanları bulunuyor.
Geçen hafta sonunda gezmek için adaya giden Murat Şengönül adlı vatandaş karşılaştığı manzaradan etkilenir... Çünkü etrafta çok sayıda tavşan ölüsü bulunmaktadır. Belli ki tavşanlar açlıktan ölmüştür. Çünkü adada tavşanların beslenebileceği hiç yeşillik kalmamıştır.
Hayvan ölülerini görünce içi cız eder. İşyerine döndüğünde durumu birlikte çalıştığı arkadaşına anlatır. “Hiç olmazsa kalan tavşanları kurtaralım” derler. Ceplerinden para harcayıp birkaç torba havuç satın alırlar. Pazarcılardan da yeşillik artıklarını toplayıp adanın yolunu tutarlar. Getirdiklerini adanın dört bir yanına serpiştirip, halen hayatta olan tavşanların karınlarını doyurmalarını sağlarlar. Yiyecek getirme işini fırsat buldukça sürdüreceklerini söylerler.
Buraya kadar her şey güzel. İnsanca ve iyi niyetli bir davranış. Ancak haberi okuyan bir arkadaşım, sonucun hiç de düşünüldüğü gibi olmayacağı bilgisini verdi. Anlattığına göre adadaki tavşan ölüleri doğanın kendi dengesini kurmasının bir sonucu. Çünkü doğal ortamda her canlı, çevresindeki beslenme şartlarına göre bir üreme stratejisi izler. Yiyecek çoksa normalden çok yavrular. Yiyecek azsa daha az yavrular veya bazen hiç yavrulamaz.
Tavşanlarda doğum döngüsü daha kısa zaman diliminde gerçekleştiği için, yağışlı geçen, yeşilliğin bol olduğu bahar döneminde normalden çok fazla üredikleri anlaşılıyor. Havalar ısınıp yeşillikler kuruyunca, doğal olarak yiyecek yetmez hale geldi. Zayıf ve güçsüz olanlardan başlayarak nüfus azaldı.
Şimdi insani duygularla hareket eden hayvanseverimizin yaptığı, baharda yağmur ne yaptıysa onu tekrarlamak. Yani, hayatta kalmış tavşanların “yiyecek bol, üreyelim” içgüdüsünü harekete geçirmek. Bu adadaki tavşanları sürekli beslemeyi iş edinemeyeceğine göre, kendisinden sonra o adaya gelecek bir başka hayvanseverin başka tavşan ölüleriyle karşılaşması kaçınılmaz...
Benim bundan çıkardığım ders ise şu: İnsan, doğanın işleyişine olumlu ya da olumsuz müdahale etmemeli.