YazarlarUyuyan güzel...

Uyuyan güzel...

30.04.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Uyuyan güzel...

Uyuyan güzel...

MIŞIL mışıl uyumak... Yıllarca, onyıllarca...
Düşünebiliyor musunuz? Dünya bambaşka bir yere gitmiş, siz birdenbire uyanıyorsunuz ve hayata aynen bıraktığınız yerden, hiçbir şey olmamış gibi, devam ediyorsunuz?
Tabii sadece bir masal bu. "Pamuk Prenses", "Rapunzel", "Hansel ve Gretel" gibi dünya çocuklarına en güzel masalları hediye etmiş olan Alman Grimm kardeşlerin (Jacob ve Wilhelm Grimm) masalı.
Herkesin çocukluğunda mutlaka okumuş olduğu masalı unutanlara hatırlatalım:
"Kral ve Kraliçe, kızları Prenses Aurora'nın vaftiz töreni için herkesi saraya çağırırlar. Davetliler listesinde unutulduğuna kızan kötülük perisi, son dakikada törenin ortasına düşer, intikam alacağını söyler: `Bir gün, prensesin parmağına bir iğne batacak ve ölecektir!' Gözü gibi sevdiği kızını tüm kötülüklerden korumak, sakınmak isteyen kral buna çok kızar. Aurora'nın hayatına `tehdit' olarak gördüğü tüm sivri uçlu iğneleri ülkede `yasaklar'. Ama korktuğu kötü akıbetten, kızını gene koruyamaz. İğne ne yapar eder kızın parmağına batar. Son dakikada bir iyilik perisi araya girer, kızı ölümden kurtarır. Ne var ki, yüz yıllık bir uykuya dalar prenses. Taa ki bir prens çıkıp, kendisini öpene dek..."
Çaykovski'nin insanı alıp götüren müziği ile bu ilginç ve her dem "güncel" masaldan baleye uyarlanan "Uyuyan Güzel"i seyrettim dün akşam. Perde açıldı ve bambaşka bir dünyaya gittim.
Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Grimm kardeşlerin yaşadığı dönemin, barok - rokoko görkemli bir Alman sarayı ile açılıyor ilk perde. Bavyera saraylarında gördüğümüz mavi, beyaz ve sarı yaldızlı renkler kullanılmış yalnızca. Sahneyi dolduran yüze yakın balerinin kostümleri de, dekoru tamamlayan tonlardan yapılmış. Dekor ve kostümleri hazırlayan Osman Şengezer'i tebrik etmeli. Fazlalık ve "kitsch" tuzağına düşmeyen, o zor ve ince çizgiyi yakalamış. Görsel ayrıntılar, bale ve müzik kadar önemli "Uyuyan Güzel"de. Perde açıldığında, resim gibi bir tabloyla karşılaşıyorsunuz. Ve kendinizi Viyana, Roma ya da Londra gibi herhangi bir sanat başkentinde hissediyorsunuz.
Tabii bütün bunlar rastlantı değil. "Türk balesinin 50. yılı gecesi için" İstanbullu izleyiciye çok özel bir prodüksiyon armağan etmek isteyen İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü Yekta Kara, "Uyuyan Güzel" için olağanüstü bir ekibi bir araya getirmiş. Bunlardan biri eseri sahneye koyan, İngiliz balesinin ünlü koreografı Derek Deane. Diğerleri, İngiliz Ulusal Balesi'nin baş balerinleri: Agnes Oaks ve Thomas Edur.
Thomas Edur, Barışnikov'
un küçük kardeşi gibi duruyor. "Uyuyan Güzel"i canlandıran Agnes Oaks ise İspanyolların dansta "duende" olarak tanımladığı şeyin, ne denli tayin edici olduğunun elle tutulur canlı kanıtı.
Yaşamda ve sanatta insanın dışa vurduğu "öz", içindeki "cin" ve başının etrafındaki "görünmez ışık halesi", yani "karizma" anlamına gelir bu sözcük. İkinci perdede sahneye girdiği andan itibaren Oaks'ın kendisi değil, yalnız "duende"si vardı sanki sahnede.
Ve izleyiciler buna hemen karşılık verdi. Öyle ki, Estonya'da doğup büyüyen ve Moskova'da öğrenim gören genç dansçı sahneye girdiği anda, büyük bir alkış dalgası yükseldi. Salondaki çoğunluğun, gerçek bale tutkunlarından oluşan deneyimli izleyiciler yerine, klasik "gala" izleyicileri olmalarına rağmen, Oaks'ın yaydığı elektrik hemen sezildi ve algılandı.
"Türk Kardiyoloji Vakfı"nın sponsorluğunda gerçekleştirilen gecenin diğer "yıldızı" da - hiç şüpheniz olmasın - Berna Hanım'dı. Etrafında sürekli bulut gibi dolaşan bir kameraman ve fotoğrafçı ordusu, gereken maddi "duende"yi, Berna Yılmaz'a da temin ettiler. Veya şöyle demeli: İktidarın "duende"sine kilitlenen kamera ve fotoğrafçı flaşları, Yılmaz'ın etrafında - bu kez - gözle görülür, elle tutulur "ışık halesini" hiç eksik etmediler.
Gazetecilerin dikkati sürekli Yılmaz üzerinde toplandığı için, fuayede Derek Deane ile bol bol konuşma fırsatı elde ettim. Sabah ilk uçakla İngiltere'ye döneceğini anlatan bu "özel konuk", akşam "Windsor Ceasle"da Kraliçe'nin davetlisi olarak yalnız sanatçılara verilen özel bir yemeğe katılacakmış. Müthiş hızlı bir trafik içinde, bir ayda hazırlanan prodüksiyonun gerçek bir "mucize" olduğunu söyledi. Seyircinin sıcaklığından çok etkilendiğini de, sözlerine eklemeyi unutmadı.
Geçen yıl İstanbul'da "Kuğu Gölü"nü de sahneye koyan Deane, seneye bir başka projeyle "üçlemeyi" tamamlamak istiyormuş. Kentimizin "minarelerine" aşık olmuş. Ve Türk balesindeki "ruhu" da, "Batı'dan çok Rusya'ya yakın" bulmuş. "Batı'nın akıl ve disiplinine karşı, İstanbul'da Doğu'nun 'cömertliği' ve 'yürek' zenginliği" var diyor Deane.
Galiba bütün mesele de, o "yürek zenginliğini", "akılla" birleştirebilmekte...



Yazara E-Posta: cerrahoglu@milliyet.com.tr