Vedat Milor

Vedat Milor

Tüm Yazıları

Kırmızı şarapta Fransa’nın Bordeaux ve Bourgogne bölgeleri açık arayla önde gidiyor. Bordeaux’da şaraplar arasındaki hiyerarşi 1855’te saptanmış. Yine önemli bir merkez olan Saint Emilion’da ise ilk resmi değerlendirme 1955’te yapılmış

Sanat ve gastronominin her alanında olduğu gibi şarap dünyasında da trendler, modalar ve yeni gelişmeler oluyor. Ancak temel bir gerçek değişmiyor. Kırmızı şarap söz konusu olunca, Fransa’daki Bordeaux ve Bourgogne bölgeleri açık arayla önde. Tercih söz konusu olabilir ama biri daha iyi diye bir şey yok. Gel gör ki eşitlikçi değil, oldukça hiyerarşik bir dünya bu.
Ama rekabete de açık. Kemikleşmiş değil.
Bordeaux’da oyunun kuralları ve hiyerarşi 1855 yılında saptanmış. İmparator III. Napolyon’un isteği üzerine büyük şarap tüccarları bir araya gelmiş ve bir liste yayımlamış. Keyfi bir liste değil. Sofistike bir pazarda, tüketici tercihleri ve fiyata göre belirlenmiş sıralama.
Nedense sadece Garonne Nehri’nin solunda kalan Medoc ve Graves bölgelerindeki şatolar değerlendirmeye tabi tutulmuş. Nehrin sağ yakasında kalan Saint Emilion ve Pomerol için bir klasifikasyon yapılmamış. Tek bir tatlı beyaz şarap “Premier Grand Cru Classe” ilan edilmiş: Chateau d’Yquem. Kırmızılardan ise dört şarap hiyerarşinin tepesine oturmuş: Lafite, Latour, Haut Brion ve Margaux. Biraz hak ettiği için ama daha çok kişisel çabası ve ekonomik gücünü kullanarak, Baron Philip Rotschild 1973 senesinde kendi şarabını sokmuş altın madalyalıların arasına: Mouton Rotschild.

Fiyatlarıyla dudak uçuklatan şaraplar
Ben şahsen 1986 hariç tadına bakma şansına sahip olduğum hiçbir Mouton’u diğer dördü kadar kompleks bulmadım. Ama asıl ilginç olan aradan geçen 169 senede köprünün altından çok su akmasına rağmen hâlâ yukarıda adı geçen dört şatonun saltanatlarının tartışmasız sürmesi. İnanılmaz bir hanedanlık. Aşağılarda her zaman kıyamet kopmuş ve görece iniş ve çıkışlar yaşanmış ama tepedekilerin bekası daim olmuş ve olmaya devam edecek gibi. Ama yalnız değiller tahtlarında. 1855’te bile yukarıda adı geçen dört şarabın dışında
üç şatonun isimleri en haşmetli imparatorların adını telaffuz eder gibi yarı saygı yarı korku ile telaffuz edilmiş: Chateau Petrus (Pomerol), Ausone (Saint Emilion),
Cheval Blanc (Saint Emilion).
Saygı, şarapların gerçekten üstün niteliklere sahip olmasından. Korku ise fiyatlarının biz fanilerin dudaklarını uçuklatacak cinsten olmasından. Fiyatların yüksek olmasının bir nedeni de üretimin sınırlı olması. Örneğin, Ausone sadece 2 bin kasa şarap şişeliyor ortalama bir milezimde.
Pomerol bölgesi klasifikasyona hiç tabi tutulmamış. Kendiliğinden oluşmuş hiyerarşi. Petrus ile birlikte tepedeki diğer şarap senede 400 kasa üreten Le Pin. Ben sadece 1985 ve 1986’yı denedim ve Merlot ağırlıklı şarabı zengin meyveli ve damakta dolgun buldum. Derinliği de var. Gerçekten egzotik ve seksi. Ama fiyatı biraz abartılı.
Petrus için küçük bir not: Şişenin nasıl saklandığı ve nereden geldiği çok önemli. Ben bir ara yapılan Uzan müzayedesinden şarap alanların doğru saklanmış bir şişe bulma şansı olduğunu sanmıyorum. 1961 Petrus tatma şansım olmadı. Cevdet Denizer ile birlikte denediğimiz 1971 olağanüstü. 1982, 89, 90 milezimlerinden birine sahipseniz gözünüz gibi bakın. Ben özellikle 1989 mileziminin olağanüstü olduğunu düşünüyorum. 2009 ve 2010 seneleri çok iyi olabilir ama en azından 20 sene geçmesi lazım bu şarapların gerçek potansiyellerine erişmesi için.
Gelelim Saint Emilion’a... Saint Emilion mimari açıdan çok cazip ve tarihi bir kasaba. Taş evler bizim Alaçatı gibi sonradan inşa edilmiş, taş kaplama değil. Kendinizi gerçek ortaçağda gibi hissediyorsunuz.
Buraya bitişik ama kayda değer bir tarihi özelliği olmayan Pomerol gibi Saint Emilion’da da Cabernet değil, daha çok ülkemizde yeni yeni tanınmaya başlayan Cabernet Franc ve Merlot üzümleri öne çıkıyor (Cabernet Franc için Mehmet Yalçın’ın 9 Şubat tarihli Milliyet Pazar’daki yazısını tavsiye ederim). Öne çıkmanın ötesinde bu iki sepaj dünyada en iyi sonucu bu teruarda, yani Garonne Nehri’nin sağ yakasında veriyor desem kimse alınmaz sanırım.
Ya da şöyle diyelim. İtalya’da, Toskana Bolgheri bölgesinde Merlot iyi sonuç veriyor. Masseto, Macchiole’nin Messorio’su ve son birkaç senede hayal kırıklığı yaratan Tua Rita dünya çapında şaraplar. Gene İtalya’nin Veneto bölgesinde Amarone’nin kralı Guiseppe Quintarelli, Cabernet Franc’tan ilginç bir şarap yapıyor: Alzero. Şarap oldukça pahalı ve bir kez çifte kör tadımda içtim ama beni etkilemedi.

Bu imparatorları tahttan indirmek zor
Fransa’nın Loire bölgesinde özellikle kompleks Cabernet Franc’lar var. Clos Rougeard ile nispeten yeni tanıştım ama aşkım sürüyor. Özellikle 80 ve 90 başı milezimleri şu anda çok iyi içiliyor (Clos Rougeard Le Bourg ve Les Poyeux tavsiyelerim). Yıllandıkça meyvemsiliklerini kaybetmeden çok zarif bir dokuya kavuşuyor Clos Rougeard. Olağanüstü olmalarının dışında, fiyat-kalite açısından Bordeaux’nun en seçkin şaraplarının yanında hâlâ makul fiyatlı bu şaraplar.
Orası öyle de söz konusu Cabernet Franc ve Merlot kupajı olunca iki imparatoru tahtından indirmek zor: Cheval Blanc ve Ausone.

Terfi edenler de var, küme düşenler de
Saltanat yüzyıllardır sürüyor ama Saint Emilion’da 1955 senesinde yani sol yakanın klasifikasyonundan bir asır sonra ilk resmi değerlendirme ve sıralama yapılmış. Kimse için sürpriz olmamış Chateau Ausone ve Chateau Cheval Blanc’in “Premier Grand Classe A” seçilmeleri.
Bu sefer hiyerarşiyi saptayan tüccarlar
ve işin erbapları değil sadece. İşin içine devlet, onun kurduğu bazı dernekler ve mahkemeler de karışıyor... 1955’ten beri hemen her 10 senede bir yeniden gözden geçirilmiş hiyerarşi. Terfi edenler, bir aşağı kümeye düşenler var. İşin ucunda şöhret ve para olduğu için kıyametler kopmuş. Kopmaya da devam ediyor ve edecek.
Saint Emilion ve Pomerol şaraplarının benim için her zaman sol yakaya göre farklı bir çekiciliği olmuştur. Yemekle daha kolay uyum sağladıklarını iddia edebilirim. Çünkü tanenleri daha yumuşak ve meyvemsilikleri azıcık önde şaraplar bunlar. Eğer gelişimlerini takip edip tam zirvede oldukları zamanı yakalarsanız asit, tanen, meyvemsilik ve mineralite açısından harika bir dengeye kavuştuklarını görüyorsunuz.
Ama üzümlerin olgunlaşamadığı milezimlerde ise bitki sapı çiğner gibi yeşil tanenli ve keyif vermeyen şaraplar da çok bu bölgelerde. Bu şaraplardan pek çoğunun sırf üzerlerinde şato resmi ve Pomerol ya da Saint Emilion ibaresi olduğu için alıcı bulduklarını ama o fiyat düzeyinde çok daha iyi binlerce şarabın olduğunu söyleyebilirim.

İki şatoyu her zaman ziyaret etmek istedim
Ya her şey bir araya gelince... Efsanevi bir şarap olan 1947 Cheval Blanc tatma şansım olmadı ama Fransa’da Moulin du Roc lokantasında bulup şişesini sakladığım 1953 Ausone’un transandantal özelliklere sahip, 100 üzerinden puan vermenin ayıp olacağı bir şarap olduğunu söyleyebilirim.
Bu iki şatoyu hep ziyaret etmek istedim. Nispeten yakın zamanlarda kısmet oldu. Kendisi de buralı olan ve Saint Emilion’da şato sahibi bir beyle tanıştım. Mösyö Naulet sağolsun randevuları ayarladı. Üstelik sadece Ausone ve Cheval Blanc değil, Chateau Pavie ve Chateau Angelus de listeye girdi. Neden mi? Çünkü 2012 senesindeki son klasifikasyonda bu ikisi de terfi etmiş ve “Grand Cru Classe A” denen listeye girmiş. Gerçekten bilmiyordum. Öğrenince de oldukça şaşırdım. Hak etmişler miydi?
Daha çok politik bir karar mıydı? Merak ediyordum. Çok heyecanlıydım.
Haftaya bu dört şato ziyaretimi ve izlenimlerimi anlatacağım.