Yalvaç Ural

Yalvaç Ural

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Çocukluğumdan beri ayrıntılar hep ilgimi çekmiştir. Bu yüzden de her şeye başka pencerelerden bakarım. Misketlerin içine yaprakların nasıl yapıldığını, mekanik bir otomobilin zembereğini nasıl çalıştırdığını düşünür; öğrenmek için onu açar ve tabii sonuçta da bozarım. Benim yüzümden, yaşamları kısa sürmüş pek çok oyuncak radyo, fotoğraf makinesi ve saatim vardır. Belki de beni araştırmacı olmaya iten her taşın altında neyin saklı olduğunu bulma merakı; sonunda beni bir çocuk yazarı yaptı çıktı. İşte bugün sizlere, notlarımın arasında yer alan ilginç birkaç ayrıntıyı aktaracağım...
* * *
Bildiğiniz gibi, devekuşlarının yumurtaları çok büyüktür. Bu yumurtayla neredeyse on kişilik bir omlet yapabilirsiniz. Kabukları öyle sağlamdır ki, bir porselen tabağın kalınlığında desek doğru olur. Devekuşlarının, kuluçkadaki yavruların yumurtadan çıkacakları zamanı hissettiklerinde, yavrular kabukları kıramadığı için, ağızlarına taş alıp yumurtaların üstüne atarak yumurtaları kırdıklarını ve yavruların kabuklarından böyle dışarı çıktıklarını duymuş muydunuz?..
* * *
Domates ve patatesi Avrupa’ya Kristof Kolomb getirmiş. 1500 yılından önce yaşayan hiçbir padişah domates salatası yiyememiş. Aslında çikolatayı da Kristof Kolomb’un Avrupa’ya getirdiğini duymuş muydunuz? Amerika’dan getirdikleri kakao tanelerini şekerle tatlandıran İspanyollar, daha sonra bu sıvıyı daha da katılaştırarak çikolata biçimine dönüştürmüşler. Yani sizin anlayacağınız, koskoca krallar, padişahlar, bizler kadar şanslı olmadıkları için bayram günlerinde bile çikolata yiyemediler...
* * *
Makarna İtalyan mutfağının vazgeçilmez baş yemeklerinden biridir. Ama Avrupa’daki öyküsü 700-750 yıllık. Çünkü makarnayı ve erişteyi ünlü gezgin Marco Polo, Doğu’ya yaptığı geziler sırasında görüp yapılışını öğreniyor ve ilk örneklerini İtalyan mutfağına getiriyor. Yani, Asya’da makarnanın tarihi daha eskilere, “erişte”ye dayanıyor.
* * *
Dünyada belleği en güçlü hayvanlardan biri de filmiş. Özellikle kendilerine kötülük edenlerin yüzlerini asla unutmazlarmış. Avcı öyküleri içinde, kendisini yaralayan bir avcıyı beş yıl sonra görünce tanıyıp kovalayan bir fil öyküsü vardır. Ama ne yazık ki bütün filler, ne kadar sağlıklı olurlarsa olsunlar, 50 yaşından sonra bunamaya başlar ve eşlerini bile tanımazlarmış...
* * *
Boğalar İspanya’nın simgesi haline gelmiştir. İspanya’ya giden turistlerin pek çoğu kesinlikle bir arenaya gidip kırmızı pelerinli matadorlarla boğaların savaşını izler ve herkes bilir ki, boğa matadorun elindeki kırmızı pelerine sinirlendiği için ona saldırır. Oysa boğalar renk körüdürler ve asla kırmızıyı ayırt edemezler. Onların sinirlendikleri şey, matadorun sürekli pelerini sallamasıdır. Yoksa, pelerin kırmızı ya da mavi olmuş, onlar için pek bir şey fark etmez.