Yasemin Congar

Yasemin Congar

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

ABDli yetkililerin beklentisi, ABnin Türkiyeye "2005 sonbaharında müzakere tarihi vereceği" ve Türkiyenin ABye "tam üyelik" için, İngilterenin dönem başkanlığında masaya oturacağı yönünde.Washingtona, Türkiyenin AB üyeliğini, "Ankaranın, Brükselin ve Washingtonın stratejik çıkarlarının buluştuğu nokta" diye algılayan bir yaklaşım egemen. Hem AB hem Türkiye ile nispeten daha sıcak ilişkilere sahip olan Clinton yönetiminden sonra, her iki cephede de zaman zaman ciddi sıkıntı yaşayan Bush yönetimi de, aynı geniş ufku korudu. Amerikan muhafazakarları içindeki, Türkiyeyi önemsemekle birlikte, ABye oldum olası soğuk bakan ve Türkiyenin AB üyeliğinin olabilirliğine de yararına da inanmayan dar görüşlü çevre, Washingtondaki muhafazakar yönetimin politikalarını belirleyemedi. Washingtondan Brüksele bakanların büyük bölümü, 17 Aralıkı Türkiye - AB ilişkilerinde "kritik eşiğin aşılacağı tarih" sayıyor. ABD Temsilciler Meclisindeki Türkiye Dostluk Grubunun kurucusu ve eş başkanı Demokrat Kongre üyesi Robert Wexler da, bu geniş ufkun korunduğunu teslim ediyor. Wexlera göre, Washingtonın Türkiyenin AB üyeliğine verdiği destek, "büyük düşünebilmesinin" sonucu. Türk Amerikan Dernekleri Assamblesinin yıllık toplantısında konuşurken, bir yandan AKP hükümetinin yaptığı reformları "olağanüstü" diye nitelendiren, ama bir yandan da hükümete yakın çevrelerin İsrail ve ABD karşıtı söylemlerindeki aşırılıklara karşı sert uyarıda bulunan Wexler, Amerikan desteğini Türk kamuoyuna hatırlatmak istercesine soruyor: "ABDden başka hangi ülke, Türkiyenin AB üyeliğini bizimki gibi tutkuyla desteklemiştir? Biz, ilk bakışta, Türkiyenin ABDden uzaklaşması gibi algılanabilecek bir gelişmeye böylesine kararlı destek verebilecek kadar büyük düşünebilen, Türkiyenin AB içinde yer almasının önemini her zaman takdir edebilmiş bir ülkeyiz."Gerçekten de ABD, 17 Aralıkta Türkiyeye tam üyelik müzakereleri için "hedefi net ve erken bir tarih" verilmesi yönündeki çabasını, Türkiyede bazı kesimlerdeki farklı izlenime rağmen, Bush yönetiminde de, aksatmadan sürdürdü. Bu çaba, 2004 ortasına dek "yüksek sesli" tekinlerle, son altı ayda ise "sessiz ve derinden" devam etti. Beyaz Sarayda Ulusal Güvenlik Konseyi Ege, Kafkasya ve Orta Asya Direktörü Matthew Bryzanın deyişiyle, ABD 17 Aralıkı belki büyük bir maçı bekler gibi heyecanla beklerken, hiçbir zaman "seyirci" psikolojisi içinde olmadı. Sahadaki takımlardan biri olmasa da, kendi işlevini en azından bir "antrenör" gibi, bir bakıma iki tarafın da hazırlanmasına yardımcı bir unsur olarak gördü. İşte bu bakış, son dönemde Türkiye konusunda ABye yönelik Amerikan telkinlerinin, Bryzaya göre, "alçak sesli, ancak çok aktif bir şekilde, hem de en büyük patrondan aşağıya doğru her düzeyde sürmesini" gündeme getirdi. "ABD seyretmiyor" ABD, Türkiyenin ABye katılımını öteden beri destekliyor, ancak 11 Eylül sonrasında yeniden şekillenen Amerikan stratejik bakışı, müslüman Türkiyenin daha demokrat, daha özgür, dolayısıyla da istikrarlı ve başarılı bir ülke olmasının önemini Washington için bir kat daha arttırdı. Bu bakış, Türkiyenin Avrupalılığının tescil edilmesi gereğini de, ABD açısından daha da öne çıkardı. Bush yönetiminin AKP hükümetine verdiği destek, bu çerçevede okunmalı. Washington, Irakta istediği işbirliğini yapamadığı, içindeki bazı unsurlar sık sık anti - Amerikan ve anti - Semitik söylemlere kayabilen bir hükümete, iktisadi ve siyasi reformlardaki kararlılığı nedeniyle şevkle arka çıktı. Bugün Bush yönetiminin siyasi unsurları da, bu yönetim için çalışan bürokratlar da, yönetime muhalif Demokrat siyasetçiler de, şu anda devlet görevi olmayan eski Demokrat bürokratlar da, AB yolunda ilerlediği için AKP hükümetine şapka çıkartıyorlar.Bununla birlikte, 17 Aralıkta ABden müzakere tarihi alınmasıyla, Türkiyenin kendisini siyasi olduğu kadar, iktisadi ve hukuli alanda da zorlu bir reform gündemiyle karşı karşıya bulacağı da Washingtonda biliniyor. Son 15 yılda Ankara ve Washingtonda aldığı farklı görevlerde,Türkiyenin ABye entegrasyonu yönünde hep kararlı ve yapıcı bir rol oynamış yetkililerden Marc Grossmanın ifadesiyle, "Müzakerelerin başlayacağı gün, hikayenin sonu değil, başı aslında."ABD Dışişlerinin siyasi işlerden sorumlu kıdemli bakan yardımcısı Grossman, Türkiyenin dinsel özgürlükler ve insan hakları alanında yapması gerekenler olduğunu, işkencenin bitmesi, Heybeliada Ruhban Okulunun açılması gerektiğini vurgularken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın, "Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri yapma" sözünün hayata geçebilmesinin aslında 17 Aralık sonrasında Ankaranın izleyeceği çizgiye bağlı olacağını hatırlatıyor. "Son değil, başlangıç" Washington bir yandan da, tıpkı ABD ve AB içinde olduğu gibi, Türkiyede de entegrasyona dar açıdan bakan, korkularına ve önyargılarına tutsak, ufuksuz bir kesimin olduğunu biliyor. Bu kesimin, 17 Aralık kararını da "yenilgi" ve "haksızlık" diye nitelendirmenin yollarını arayacağını seziyor. Ulusal Güvenlik Konseyinden Bryza, bu sezgiyle, "17 Aralıkta zaferin dişleri arasından yenilgi çıkartmayın" diye uyarıda bulunuyor.Aslında, ABden gelen son işaretler de ABDdeki beklenti de, 17 Aralık kararının özü itibariyle Türkiye - AB ilişkilerinde niteliksel bir dönüşümü belgeleyeceği yönünde. Bu kararın, bazı AB ülkelerinde, Türkiyenin katılımı konusunda var olan çekinceleri yansıtan ve bu çekinceleri yatıştırıcı unsurlar taşıması, Türkiyeyi rehavete sürüklemeyecek bir ton içermesi de, Washingtondaki genel beklenti. Ancak ABDli yetkililer, kararın "tarihi" özünün çok da önemli olacağını, Türkiyenin de karara mutlaka bu tarihi perspektifle ve tam üyelik masasına oturacak olmanın öz güveniyle bakması gerektiğini vurguluyorlar.Kısacası ABD, 17 Aralıkın Ankara için bir şölen günü olacağını umuyor ve kendisi de kutlamaya hazır. ycongar@erols.com "Yenilgi değil zafer"