Beyaz Saray buluşmaları, ABD yönetimi ile konuk liderin temsil ettiği ülke arasındaki ilişkilerde önemli kilometre taşlarıdır; her zaman, iki ülkenin uzun vadeli çıkarlarını, ikili işbirliğinin ufuklarını ilgilendirir. Orası kesin.
Ancak Washington'da, Beyaz Saray buluşmalarının hedefleri çizilirken sürekli hesaba katılan unsurun,
"zaman" olduğu da kesin.
"Zaman" derken sadece mevcut konjonktürü değil, aynı zamanda buluşan liderlerin kalan siyasi ömrünü kastediyorum.
Bu açıdan Başbakan
Ecevit'in Beyaz Saray ziyareti, kendi siyasi kariyeriyle bağlantılı kronolojik - sembolik anlamı bir yana bırakıldığında,
"ufku onbeş ayla çizilen" bir ziyarettir.
Bu
"onbeş ay" vurgusunu,
Ecevit ile
Clinton arasındaki görüşmenin önemini azımsamak için değil, tam tersine, Washington'un gözünde bu ziyarete verilen önemin daha iyi anlaşılması için yapıyorum.
Esasen ABD'li yetkililer,
Ecevit - Clinton buluşmasının kendileri açısından anlamını
"2000 yılı sonuna, yani Clinton'ın görev süresi tamamlanana kadar, Ecevit hükümetinin işbaşında kalacağı" tahminine dayandırıyorlar.
Ecevit, yaşı nedeniyle, ondan 22 yaş genç olan
Clinton ise, iki kez başkanlıktan sonra Beyaz Saray'da kalamayacağından "geleceğin lideri" değiller.
Kaldı ki, Clinton'ın selefinin Demokrat Partili olacağı da şu anda hiç garanti değil; 1993 başından beri Beyaz Saray ve ABD kabinesine egemen olan Demokrat çizginin ömrü de, pekala "onbeş ayla" sınırlı olabilir.
Velhasıl Clinton - Ecevit buluşması, örneğin 1993'te, ikisi de genç, ikisi de iktidarının başında olan Clinton ile Çiller'in buluşmasından epey farklı.
ABD gözündeki pırıltısını çabuk yitireceği, o günlerde daha belli olmayan Çiller'in ilk Beyaz Saray ziyareti sırasında ABD'nin Türkiye politikasını şekillendiren bir diplomatın deyişiyle, "O zaman maraton için hazırlanıyorduysak, şimdi engelli bir yarışın son turunu planlıyoruz."
İşte Ecevit ziyaretine Washington'da verilen önemin anahtarı da burada: "Yüzyıl koşusunun bu son turunu engellere takılmadan ve tercihan da hız artırarak tamamlayabilmek, her iki ülkenin çıkarlarını da, liderlerinin bırakacağı siyasi mirası da ilgilendiriyor."
ABD yetkililerine göre, Clinton'ın Ecevit ziyaretine atfettiği "kişisel" önem, "kalan süresinde dış politikada yapmak istedikleri açısından, Ankara'nın desteğine olan gereksinimi" ile orantılı olarak artıyor. Ecevit hükümeti, her ne kadar Washington'ın gözünde hala "netameli" bir koalisyon olsa da, parlamentodan karar çıkarabilecek bir çoğunluğu temsil etmesi nedeniyle, Clinton'ın son dönem hesapları açısından "kritik" sayılıyor.
Beyaz Saray'ın uluslararası düzlemde, Türkiye'yi en yakından ilgilendiren iki umudu, "Kıbrıs'ta çözüm" ve "Irak'ta Saddam Hüseyin'in devrilmesi". Bu umutların gerçekleşmesi, yönetim içinden ve dışından birçok ABD'li analiste göre "hiç de kolay değil."
Yine de Clinton yönetimi, her iki cephedeki çabalarını yoğunlaştırarak sürdürüyor. Malum, her iki cephede de Türkiye ile ABD arasında görüş farkları var.
Önce Kıbrıs'a bakalım:
Her ne kadar Ankara şimdiye dek, KKTC liderinin "doğrudan görüşmeler iki devlet arasında olur" tavrından uzak düşmediyse de, Washington'daki inanç, Türkiye'nin meseleye "daha gerçekçi" bakabileceği yönünde.
Bütün işaretler, "doğrudan görüşmelerin" olmasa da, "dolaylı (proximity) müzakerelerin" başlamasına hiçbir tarafın itiraz etmeyeceğini gösteriyor. Gerçi Türk tarafı yer olarak "adayı", diğerleri ise "New York yakınlarını" öneriyor, ancak BM Genel Sekreteri'nin bu konuda uzlaştırıcı olabileceği sanılıyor.
ABD kulislerinde, Kıbrıs Rum Yönetimi'nin halihazırda kuzeydeki Türk halkını temsil etmediğinin uygun bir ifadesinin ve KKTC'ye yönelik ambargonun kaldırılması yönündeki adımın yine Annan'ın öncülüğünde hayata geçirilebileceği konuşuluyor.
İşte bu noktada Clinton, Ecevit'in rolüne önem veriyor. ABD, 1974 Harekatı'nın siyasi liderinin, Kıbrıs'ta köklü bir uzlaşma adımını atmaya "en uygun" konumda olduğuna hala inanıyor. Bir ABD'li diplomatın deyişiyle, "Ecevit, Kıbrıs'ta çeyrek yüzyıl önceki liderliğiyle hatırlanmakla mı yetinecek, yoksa bu liderliğini, Kıbrıs Türkleri'nin ve Türkiye'nin ufkunu genişletecek, Doğu Akdeniz'e istikrar getirecek bir adımla tamamlayarak mı?" ABD Başkanı'nın kafasındaki soru da budur.
Gelelim Irak'a:
ABD, Irak muhalefetinin gücünü ve meşruiyetini artırma çabasını sürdürecek. Türkiye'nin bundan duyduğu rahatsızlığın en aza indirilmesi, bu konuda Ankara ile Washington arasında şeffaflığın sağlanması önemseniyor.
Beyaz Saray görüşmesinde, Irak meselesinin "pürüz" olarak belirmesi, daha ziyade Türk tarafının konuyu bu üslupla gündeme getirmesi halinde mümkün. Yoksa ABD, Kuzeyden Keşif Gücü kapsamında yürütülen işbirliğinin devamından memnun.
"Irak'ın toprak bütünlüğünü savunduklarını ve Kürt devleti istemediklerini" söylemesi muhtemel olan Clinton'ın, Ecevit'ten talebinin ise, "Irak konusunda mevcut diyaloğun ve işbirliğinin sürmesinin" fazla ötesine geçmemesi bekleniyor.
Özetle, Clinton'ın Ecevit'ten umudu, Kıbrıs'ta çözüm çabalarına yardım etmesi, Irak'ta değişime verilen desteğe ise engel olmaması. Ancak her iki konunun da Beyaz Saray ziyaretine damga vurması; enerji, savunma, iktisadi reform, Balkanlar vb. konulardaki olumlu işbirliği mesajlarının önüne geçmesi kesinlikle istenmiyor.
Öte yandan, Washington'daki diğer umut, "kendi siyasi geleceğinin doğal sınırlarını kuşkusuz gören Ecevit'in de, elindeki süreyi ve iktidarı, Türkiye'nin geciktiği iktisadi ve siyasi reformlar için kullanması."
Clinton yönetimine göre,
"Gerekli yasal ve siyasi değişiklikleri yaparak, ülkesini enflasyon canavarından, insan hakları ayıplarından, savaşın yaralarından kurtarma adımı atabilen bir Ecevit tarihe, bugüne kadar yaptıklarını aşacak bir miras bırakabilecektir."
ABD Başkanı'nın yarın vereceği
"reformları teşvik" mesajına böyle bir düşünce çizgisi hakim.
Yazara E-Posta: ycongar@milliyet.com.tr