YazarlarYeni yüz yıl ne zaman başlar?

Yeni yüz yıl ne zaman başlar?

31.08.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yeni yüz yıl ne zaman başlar?

Yeni yüz yıl ne zaman başlar

"Bizim" ve "onların" zihniyetleri arasındaki farklara değinmeye çalıştığım bu köşede, şimdiye kadar hiç bir konu, "Yeni yüz yıl ne zaman başlar?" kadar tepki toplamadı.
Anglosakson gazete ve kitaplarında bu konuda en az iki yıl önceden beri yazılanlar şuna işaret ediyor: İkinci bin yıl ve bu arada 21. yüzyıl, 1 Ocak 2001'de başlar. Ama pratik nedenlerden ötürü "herkes" bunu bir yıl önce, yani 1 Ocak 2000'de başlıyor diye varsayıp, ona göre kutlama ve etkinlik yapacak.
Batı dünyasında, 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçeceğimiz gün konusundaki tartışmalar artık çoktan dindi. Bizde ise yeni başlayacak gibi görünüyor. Çünkü "yeni yüz yıl ne zaman başlar?" sorusunu sormak aklımıza gelmemiş. Öylece kabul edip üzerinde düşünmemişiz bile.
Burada belki bir kavram kargaşası söz konusu: Hem yeni yüzyıla hem yeni bin yıla geçiyoruz. Modern dünyada ilk kez karşılaşılan bir durum. Çünkü bir önceki geçiş taa Orta Çağ karanlıklarında 1000 yılındaydı. Dünya çok farklıydı o zaman.
Yeni yüz yıl - yeni bin yıl konusunda ben Batı dünyasında yazılanları özetleyip aktardım. Bugün, neden bu konuda Batı dünyasında bile kafa karışıklığı olduğunu anlatmaya çalışacağım.
***
Bütün sorun şuradan çıkıyor: Romalılarda 0 rakamı yokmuş! Bu, bugün bile bizim yeni yüzyıl hesabımızı karıştırıyor.
Bunun nedenine geçmeden önce bir tanım: Dünya dili ingilizcede "bin yıl" sözcüğünün karşılığı millenium. Latince mille (bin yıl) ve annus (yıllar) sözcüklerinden türetilmiş. Yeni bin yıl 1 Ocak 2001'de başlayacak. Bu tarih, Gregoryan Takvimine göre böyle. Yani dünyanın pek çok ülkesinde halen uygulanan takvime göre... Papa Gregorius XIII tarafından yapılan hesaplama uyarınca 1582'de düzenlenen Gregoryan Takvimi aynı yıl Fransa'da, iki yüz yıl sonra İngiltere'de kabul edildi. Ardından diğer Avrupa ülkeleri geldi. Bizim bunu uygulamaya başlama tarihimiz 1 Ocak 1926'dır.
Gregoryan Takvimi yapıldığı zaman, sayı yerine kullanılan, Romalılardan gelen harfler, yani Romen Rakamları kullanılıyordu. Yani bizim bugün artık unuttuğumuz, kullanmadığımız, ve pek çoğumuz görse anlamayacağı ve hesaplayamayacağı... Hani, X eşittir 10, XX eşittir 20, C eşittir 100, M eşittir 1000 gibi. Örneğin, 1978 yazmak istedik: MCMLXXXVIII.
Bütün bunların yeni yüz yıl hesabıyla ne ilgisi var?
Gregoryan Takvimi'nden önce kullanılan "uluslararası" takvimlerin ilkini yapan rahip Dionysus Exiguus, M.S.5. yüzyılda ilk kez "Milattan Sonra / İsadan sonra) tanımını getirmiş. Romen rakamlarında 0 olmadığı için Hazreti İsa'nın doğum yılını 1 olarak kabul etmiş... Bu hata, iki yüz yıl sonra katmerleniyor: Bir başka papaz, Venerable Bede, Milattan Önce kavramını getiriyor takvime. O da hesabını yine 0 kullanmadan yapıyor. Onun takvimine göre Milattan Önceki yıllar M.S.1'den geriye giderken hop diye M.Ö.1'e geçiyor!
Takvimdeki bu anormallik 12 yüzyıl sürmüş. Önce Jülyen Takvimi, sonra Grgoryan Takvimi ile bu anormallik düzeltilmiş. Ne var ki, Batı dünyası, millenium'u hesaplarken hala eski sistemi kullanıyor. Şöyle: Birinci millenium'un ilk yüzyılının ilk yılının ilk günü 1 Ocak 1'di. Bu nedenle bininci yılın ilk günü 1 Ocak 1001 oldu. İkinci millenium'un ilk günü de 1 Ocak 2001 olacak.
Bu hesap, modern dünyanın yapmayı ancak bir kaç önce akıl ettiği tuhaf bir hesap.

Geçen haftalardan birinde bu köşede, Danimarka'da ağaçların nasıl budandığı ve kesildiğine ilişkin küçük bir gözlem aktardım. Ağacı kestikleri zaman, neden kesildiğini merak edenler açıp öğrensin diye telefon numarası yazdıklarını aktardım. Ağaçların anıt niteliği kazansınlar diye nasıl budandığına bir de güzel örnek resimledim: Yüzyıllarca düzgün budana budana dev boyutlara ulaşmış bir meşe...
Okuyucularımızdan "aaah... ah" diye tepkiler geldi. Bizde, profesyönel biçimde ağaç yetiştirenler, botanik bahçeleri gibi bu işin ehli yerler dışında, ağaçların nasıl gelişigüzel budandığına, ağaçların nasıl acaip şekillere sokulduğuna değinen okuyucularımız oldu.
Yukarki resimde İsviçre'de bir ağaç budama örneği görülüyor. Ağacın, ilerde doğru düzgün biçimde şekillenmesi için düzgün budanması gerek. Bunu bilenler, budamayı düzgün biçimde yapmış. Alttaki örnekte de Yunanistan'da Atina'dan bir örnek var. Burada da ilke, aynı. En alttaki resim ise İstanbul'da Büyükada'dan. Aradaki fark açık...

Klasik müzik bizde özel meraktır. Toplumun geneli, klasik müzik dinlemez. Kulağına yabancıdır. TRT3 bürokratik bir kamu hizmeti olarak klasik müzik çalar. Ama yasak savar gibi. Zaten TRT3, çoğu yerden duyulmaz bile. Zaten reytingi de yoktur.
Klasik müzik, büyük kentlerin konser salonlarında duyulur. Yılda bir iki ay süreyle festivallerde "mülki erkan" ve sevenlerin kulağına, hatta gözüne erişir. Birbirini ezen frekans kirlenmeci radyolarımız popla ve yerli malıyla idare eder. Böyle bir ortamda Bilkent Orkestrası'nın Doğu'ya gitmesi popülist polemiklere yol açtı. Lehte ve aleyhte yazılar yazıldı. Bir tv kanalı, daha da populist bir tavırla, haber bülteninde bu girişimle açıkça alay etti.
Bütün bu burun kıvırmalara, alaylara, hafife almalara rağmen bu uluslararası sanat müziği, konser salonları ve festivallerin dışına çıkmaya başlıyor. Pek küçük adımlarla. Tereddütle.
İstanbul'da Bağdat Caddesi'nde bir konfeksiyon firmasının (Mithat Selection), mağazasının önünde verdiği ve şöyle böyle 100 kişinin oturup ya da ayakta bedava izlediği 1.5 saatlik opera konseri, bu kez de Bursa'da tekrarlandı. Bu tür "bedava sokak konseri"ne alışkın olmayan halkımız, mağazanın önünü doldurdu.
Klasik müziği, zorla değil, antipatik kılarak değil, kendiliğinden sevdirmenin yolu belli.

MilliyetPrenses Diana, medyadan hem hayat buldu, hem ölüm. Hayat buldu, çünkü bir masal prensiyle evlenen bir masal prensesi olarak toplumsal kimliğini ona medya sağladı. Daha ilk günden, önüne bakarak yürüyen, kamerayla gözgöze geldi mi yüzü al al kızaran bir genç kızken... Charles’ın, "Ona aşık mısınız?" sorusuna, "Aşk ne demekse?" gibilerden bir yanıt verdiği zaman bile "masal prensine" sevgiyle bakarken... Ve sonraları: Her giysisi, her takısı, her çantası ayakkabısı şapkası haber olan, dünyanın en çok fotoğrafı çekilen (manken olmayan) kapak kızı... Diana’yı, dünyada fotoğrafı en çok çekilen kadın yapan da, medyaydı. Paris’in bir tünelinde sevgilisiyle resmini çekmek için şöförüne aşırı hız yaptıran da yine medya oldu. Şöförün içkili olduğu, yok efendim gizli servis elemanı olduğu, Diana’nın bir cinayete kurban gittiği gibi komplo teorileri şu gerçeği değiştirmez: Medya, kendi elleriyle yarattığı bu masal prensesini, yiyip bitirinceye sömürüp yok edinceye kadar kullandı. Hala da kullanıyor. Diana’nın 1. ölüm yıldönümünde İngiliz medyası yine bu konuyla doldu taştı.
Geçen yıl, Diana’nın ölümü ardından yazılmasına gazete yönetimlerinin izin vermediği bazı yorumlara izin şimdi çıkıyor. Sivri dili ve her zaman aykırı görüşleriyle ünlü bir eleştirmen, "Diana konusunda romantik ve sulugöz bir müzikal de yakındır. Belki yeni bir Evita müzikali..." diye yazdı. Diana, medyayı öbür dünyadan da besliyor.




Yazara E-Posta: edip.oymen@milliyet.com.tr

EN ÇOK OKUNANLAR

KEŞFETYENİ

İlgili Haberler