Yılmaz ÇETİNER
PARİS'ten yılbaşı tatili nedeniyle İstanbul'a ailesine gelmiş zarif bir genç kız, orada ekonomi okuyor. Pırıl pırıl gözleri, canlı, konuşkan, terbiyeli ve ülkesinden kopmamış. Hatta, kopacak gibi de değil.
"Arkadaşlarla diyor dersleri bitirdikten sonra evde oturduğumuzda bir an geliyor öyle özlem duyuyoruz ki, Bursa'nın Ufak Tefek Taşları'ndan, İbrahim Tatlıses'in Domdom Kurşunu'na kadar söylemediğimiz şarkı kalmıyor.
Müzeler, sanat olayları, opera, tiyatro hepimizin meşguliyet alanı içinde. Hem bizimkilerden hem de onların artık çağdaşlaşmış yaşantılarından vazgeçemiyoruz."
Bu zarif Parisli kız öğrenciyi dost ve aile masasında dinliyorum. Erkeği ile kızı ile Türkiye'nin geleceği hem de yakın geleceği işte bu kuşak diyorum, mutluluk duyarak.
* * *
KONUŞMAMIZIN konusu dönüyor dolaşıyor, ister istemez siyasete takılıyor. Görüyorum ki, Parisli genç kız, ülkesinde bir türlü durulmayan istikrarsız havadan memnun değil. Hatta rahatsız oluyor. Paris'te okuyan öğrencilerin çoğunun da aynı ıstırabı duyduklarını söylüyor.
Havanda su döver gibi sürüp giden kendi iç kavgamızın yabancılar tarafından daha da büyütüldüğünü anlatıyor.
Dün beyaz dediklerine bir gün sonra gözlerini kırpmadan, kara kapkara diyen politikacılar. Önce hükümete destek verir görünüp, aradan birkaç ay geçmeden, akıl almaz şekilde hücuma kalkan; kaşığı ile verip sapı ile göz çıkartanlar. Hiçbir zaman sözlerinde durmayanlar; adeta yalan makinesi haline gelmiş siyasetçiler. Kendilerini seçen vatandaşlardan, kendilerini üstün görüp, yasaların vereceği cezadan kurtulmak için havada parende atanlar; vatandaşın yüzlerce kat üzerinde sağlık harcaması yapanlar.
İşte bunların hepsini dokümanter bir filmin görüntüleri gibi Paris'te, Londra'da, Berlin'de nerede olurlarsa olsunlar Türkler dikkat ve üzüntü ile izliyor. Ama sevinerek görüyorum, moralleri yine de bozuk değil. Örneğin Amerika'dan birkaç ay önce öğrenimi bitirip ülkesine dönen bir delikanlıdan duyduklarım da şöyle:
- Biz bu işin üstesinden geliriz. 2000 yılı bizim yılımız olacak, kimi hazır bekleyen, kimi Amerika'da fevkalade önemli pozisyonlarda çalışan öyle güçlü, öyle yetenekli arkadaşlar var ki. Hepsi fırsat kolluyor hepsi gelecek vatanına.
* * *
PARİSLİ kıza dönelim yine. Yaşı küçük ama dünya görüşü bir hayli gelişmiş genç kızımızın. Başbakan'ın
"Avrupalılar aldıkları bu haksız kararı düzeltmezlerse altı ay sonra, "biz bu işi dondururuz" çıkışını, aradan iki saat geçmeden muhalefet cephesinin yalanlamasını hoş karşılamıyor. Bu bir ulusal taktiktir, blöf de olabilir ama bizimkilere hemen tekzip etmek mi düşer? Devam ediyor:
- Başbakan belli ki, gözdağı veriyor. Elbet, AB'den ayrılmayı hiç kimse düşünemez; bu iş eninde sonunda olacak. Ama ulusal çıkarlarımız bahis konusu olunca bütün siyasetçilerin birleşmeleri gerekmez mi?
Bir aydın genç kızın düşünceleri böyle. Öyle particilik derdi filan yok onu da bilin.
* * *
DAHA bu sohbetimiz sona ermemişti. Başbakan, CNN'de karşımıza çıktı. Konuştu konuştu. Birkaç saat geçmeden muhalefet karpuz kabuğu gibi ortalığa döküldü. Ne halkı düşünen var, ne piyasayı nasıl altüst ettiklerini kestirebilen var? Acaba bile bile mi böyle yapıyorlar?
Parisli genç kız, hemen çok bilinen fıkrayı Paris'te duymuş naklen bize anlattı. Cuk oturdu hikaye.
Adam ölmüş öbür dünyada Cennet, Cehennem... İlerde birtakım çukurlar var. Başında bir zebani. Zebani,
Hadi yürü demiş atla bir çukura. İşte şu İngilizlerin, şu Fransızların, şu Almanların çukuru. Ahiretteki adam bakmış çukurlardan birtakım insanlar yukarı çıkmaya çalışıyor. Ama ilerde bir çukur var ki hareketsiz dibi bile görünmüyor. Zebani,
"işte orası Türklerin çukuru" demiş. Girdin mi bir daha çıkamazsın. Aşağıdan paçalarına öyle bir yapışırlar ki yükselmen mümkün değildir.
Herhalde bu hikaye daha güzel anlatılabilirdi. Ama benden işte bu kadar. Güle güle
Parisli kız.
Yazara EmailY.Cetiner@milliyet.com.tr