Cumartesi Hayatı anlatan şişeler

Hayatı anlatan şişeler

02.06.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Atlanta'daki Coca-Cola müzesinde tadım salonlarından dört boyutlu sinemaya aklınıza gelebilecek her şey var. Müzenin bir bölümünde Türk tasarımcıların tasarladığı dev Coca-Cola şişeleri de sergileniyor

Hayatı anlatan şişeler

malphan@milliyet.com.tr Geçen hafta bir grup gazeteci Coca-Cola'nın yeni müzesinin açılışı için Atlanta'daydık. Merak edenler için söyleyeyim; hayır, meşhur gizli formülü öğrenemedik. Ama sadece müzeyi görmekle kalmadık, Coca-Cola'nın Türk başkanı Muhtar Kent'le de tanışma fırsatı bulduk. Muhtar Kent bizimle birlikte şirketi ziyaret eden 24 ülkeden 180 gazeteciye bir de konuşma yaptı. Konuşmanın kalbinde yatan sözler şunlardı: "Coca-Cola bir içecekten öte. O bir fikir, bir vizyon, bir duygu. Coca-Cola canlanmak ve bağ kurmaktır. Paylaşılan bir tecrübedir. Dünyamızı bir arada tutan, herkesin gerçekten paylaştığı, sayıları çok az olan ortak düşünce tarzlarından biridir." Muhtar Kent "Belki ilk Coca-Cola'nızı hatırlıyorsunuzdur" dediğinde düşündüm. Onu değil ama ilk diyet kolamı hatırlıyorum. 12 yaşındaydım ve arkadaşım Pamela'nın babasının aldığı içeceği buzdolabından çıkarıp tatmıştık. Ne yalan söyleyeyim, hiç beğenmemiştik. Coca-Cola'nın iki litrelik aile boyu büyük cam şişelerini hatırlıyor musunuz? O şişelerin hastasıydım. Onların küçükleri de bugünkü şişelerden daha uzundu. Bu şişelerde kola hâlâ Anadolu'nun bazı yerlerinde satılıyor. Dünyada yumurtadan sonra en çok tanınan ikinci şekil olan o ünlü bombeli yeşil şişenin hikayesi 1910'larda başlıyor. Markanın fark yaratmak isteyen şişeleyicisi "Bu içeceği öyle bir ambalajda satalım ki insanlar karanlıkta ellerine aldıklarında ya da şişe kırıldığında bile bunun ne olduğunu fark etsinler" demiş. Bunun üzerine Alexander Samuelson ve Earl Dean istenilen şişeyi yaratmış. "Yeni Coca-Cola Dünyası" adı verilen müzede de bu şişelerin tasarımcılar tarafından farklı şekillerde yorumlanmış dev boyutlu örneklerine rastlanıyor. Türk tasarımcıların giydirdiği iki metrelik şişeler müzenin yüksek bir bölmesinde yan yana sıralanmış. Elif Cığızoğlu, Dice Kayek, Rıfat Özbek, Ümit Ünal, Yazbukey ve Hakan Yıldırım tasarımlarında sokağı, günlük hayatı ve insanları anlatıyor. Cığızoğlu çiçeklerle farklı insanları, rengarenk taşlar ise paylaşımı anlatıyor. Favorim olan Dice Kayek'in şişesindeki neon ışıkları hayatın aktığı sokakları, renkli puantiyeler ise Coca-Cola'nın baloncuklarını temsil ediyor. Rıfat Özbek "Taşlarla süsleyerek gece hayatının canlılığını, ışıltısını anlattım. Çünkü yaşamın önemli bir kısmı gecede gizli" diyor. Ümit Ünal şişesini bir kent haritasına dönüştürerek hayatın ayrılmaz bağlarını gösteriyor. Yazbukey üzerinde eğlenen insanları resmederken Hakan Yıldırım'ın tasarımının üzerindeki niyet tavşanları yaşama gücümüzü ve umudu simgeliyor. Türk tasarımcıların şişeleri de müzede Fakat bana sorarsanız müzenin en can alıcı kısmı şişeler değil. 5 bin 574 metrekarelik alanda tüm dünyadan, daha önce hiç kamuoyuna yansımamış 1000'in üzerinde objeyi görebiliyorsunuz. Andy Warhol ile Norman Rockwell'in eserlerini de içeren "Popüler Kültürdeki Yansımalar" sergisini gezebiliyorsunuz. Şişeleme ünitesinde Coca-Cola'nın dev makinelerde nasıl şişelendiğini ve laboratuvar çalışmalarını izleyebiliyorsunuz. Reklam Sineması'nda dünyanın dört bir yanından şirketin reklamlarını seyredebiliyorsunuz. Kocaman bir barda meyve suyundan çaya, gazlı meşrubatlardan suya 70'ten fazla Coca-Cola ürününü tadabiliyor ve Türkiye'de bulunmayan vanilyalı, vişneli ya da kafeinsiz kolayı deneyebiliyorsunuz. Ama en güzeli, müzenin içindeki dört boyutlu sinema salonu. Burada "Coca-Cola Formülünün Peşinde" filmini izleyebiliyorsunuz. Bu müthiş bir deneyim. Filmi üç boyutlu izlemekle kalmıyorsunuz, koltuğunuz sallanıyor, yüzünüze su fışkırıyor, kokular alıyorsunuz. Geleceğin sineması bu olmalı. Atlanta çok renkli bir yer sayılmaz. Görülecek yerler arasında Akvaryum ve CNN'in merkezi var. CNN'i de Amerikan usulü bir turist çekim merkezine dönüştürmüşler. Altında mağazalar, restoranlar var, CNN yazılı aklınıza gelebilecek her türlü ürün satılıyor. Sadece gelen turistlerden yılda 5 milyon dolar topluyorlarmış. Atlanta'da ucuz alışveriş dışında yapacak pek bir şey yok ama Coca-Cola'nın müzesi gerçekten görmeye değer. En azından New York'a yolunuz düşerse Atlanta buradan iki saatlik uçuş mesafesinde, sabah gidip akşam dönebilirsiniz. Bunu düşünün derim. Dört boyutlu film Atlanta gezimiz sırasında en büyük keşiflerimizden biri "katlama aleti" oldu. Aslında keşfi yapan Hürriyet ve Radikal'in ekonomi müdürleri Vahap Munyar ve Ruhi Sanyer oldu. Keşif yeri The Container Store. Sürekli seyahat edenler için ideal bir alet bu. Gömleğinizi ya da pantolonunuzu katlama aletinin üzerine koyuyor, katlıyor sonra havasını alıyorsunuz ve giysiniz neredeyse kağıt gibi incecik oluyor. Böylece bavulunuzu en ekonomik şekilde kullanabiliyorsunuz, bavulun üzerine oturup kapamaya çalışmanıza gerek kalmıyor. Bu katlama aleti hemen her gün aramızda mevzu bahis oldu. "Bu aleti Türkiye'ye pazarlayalım. Köşeyi döneriz" gibi tipik ama hiçbir zaman hayata geçirmediğimiz türde sohbetler edildi. Neyse, ben buradan girişimcilere sesleniyorum: Bu aleti Türkiye'ye getirin. Katlama aletiyle bavulunuzda yer açılıyor "Ne Asia (Argento) ne Angelina (Jolie), kırmızı halının en seksi yıldızı Nurgül'dü" yazmış Cannes'da çıkan dergiler. Hangi dergilerse bunlar? Neyse, diyelim ki yazdılar... Düşünsenize Nurgül'ün bir de kıyafetleri güzel, elbisesi ve ayakkabısı uyumlu olsaydı, yabancı yapımcılar kapısında yatacaklardı demek. O giysiler neydi öyle? Her yerde Nurgül'ün Cannes gardırobunun Arzu Kaprol imzalı olduğu yazılıp çizildi, Cannes'a gitmeden önce beraber röportaj verdiler, fotoğraflar çektirdiler. Ancak Cannes'daki "Nurgül resimleri" Arzu Kaprol'ün pek sahipleneceği cinsten değil: "Biraz karışık bir şeyler yapmış. Arada hiç görmediğimiz başka bir elbise de giymiş. Kahverengi bir şey var üstünde, feci görünen bir elbise. Kokteyl ve basın toplantısında giyeceği bir kırmızı elbise, partide giyeceği bantlı, korseli süper mini bir elbise vardı. Bunları giymemiş. Ayakkabı konusunda önerilerde bulunmuştum. Galiba orada da biraz karışıklık olmuş. Saçını hiç konuştuğumuz gibi yapmamış. Ben yüksek bir at kuyruğu tavsiye etmiştim. Her kıyafetle aynı saç modelini yapma fikrini benimsemiştik hatta. Onun gençliğini at kuyruğuyla ortaya çıkarma taraftarıydım. Birkaç kişisel karar alıp uygulamış. Benim rahatsız olduğum, tamamının bana mal edilmesi. Bundan sonra biraz daha dikkatli olmak gerektiğini düşünüyorum." Bazı durumlarda artık bu alaturkalığı bir yana bırakmamız gerekiyor. Yurtdışında bir oyuncu eğer bir tasarımcıya başvurduysa onun sözünden çıkmaz. Eğer bu işi o kadar iyi biliyorsan zaten neden bir tasarımcıya başvuruyorsun ki? Sonuçta olayın kurbanı Arzu Kaprol oldu. Ve Nurgül Yeşilçay'a tavsiyem, ayakkabı seçimini bir daha Cem Özer'e bırakmaması. Anlaşılan o ki Cem Özer bu işten hiç anlamıyor. Suç Arzu Kaprol'de değil Şu dış görünümü çirkin ama dünyanın en rahat terlikleri olan Crocks Amerika'da patlamış durumda. Bunlar geçen yıl Türkiye pazarına da girdi ama etrafta hiç görmediğimize göre pek tutmadı anlaşılan. Halbuki Atlanta'da her üç kişiden birinin ayağında Crocks'lar vardı. Biz şık şıkıdım giyinmeyi pek önemsediğimizden bu terliklere yüz vermiyoruz ama bir kere denediğinizde ayağınızdan çıkarmak istemiyorsunuz. Bende birkaç aydır var ama ancak evde giyebiliyordum. Bir süre önce bir cesaret geldi, artık bakkala çakkala da onlarla gideceğim. Hatta kimbilir, bir süre sonra çok alışıp gece dışarı çıkarken bile ayağıma geçirebilirim. Ne de olsa Brad Pitt'te de var. Demek ki karizmayı çizmiyor. Crocks patlaması