Gündem 27 Mayıs Günlükleri - Seni düşmanların değil dostların yiyor!

27 Mayıs Günlükleri - Seni düşmanların değil dostların yiyor!

31.01.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Samet Ağaoğlu’nun daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış günlükleri “Yassıada, Kayseri ve Toptaşı Cezaevi Günlükleri” adıyla şubat ayında kitap raflarında yerini alacak. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkacak kitabı Hacettepe Üniversitesi’nden Dr. Gülay Sarıçoban yayına hazırladı. Ağaoğlu’nun 1960 yılı aralık ayında kaleme aldığı günlüklerinden görülen o ki, Adnan Menderes dostlarının hıyanetine uğruyor

27 Mayıs Günlükleri - Seni düşmanların değil dostların yiyor

Hacettepe Üniversitesi’nden Dr. Gülay Sarıçoban’ın yayına hazırladığı “Yassıada, Kayseri ve Toptaşı Cezaevi Günlükleri”, Samet Ağaoğlu tarafından Yassıada, Kayseri ve Toptaşı cezaevinde kaleme alındı. Günlükler bir bloknota yazılı, toplam 13 defterden oluşuyor. 15 Kasım 1960 tarihinde başlayıp 30 Haziran 1964’te sona eriyor.
Sabahın çok erken saatlerinde yazılan günlüklerde neler olduğu hakkında Sarıçoban şu bilgileri veriyor: “Hürriyet özlemi, hayaller, rüyalar, arkadaşlıklar, yemekhaneye gelip gidişler, havalandırmaya çıkışlar, cezaevi dışında ve içinde gerçekleşen olaylar, bunların kendileri üzerindeki tesirleri, ziyaret günleri ve sonrası yaşanan duygular, avukatlar, mahkemelerde yaşananlar, savunmalar ve davalar, af beklentileri günlüklerde yer alan temel konulardır. Bunların yanı sıra Ağaoğlu, rüyalarına çok geniş yer vermiştir. (...) Günlüklerde diğer göze çarpan bir unsur hapishane sisteminin, özellikle de hücre sisteminin koşullarının sık sık eleştirilmesidir.”

‘Çok iyi bir gözlemci’
Ağaoğlu’nun tespit ettiği karakteristik özelliklerinden birisinin de bulunduğu her ortamı en ince ayrıntısına kadar gözlemleyen kişilik yapısı olduğunu vurgulayan Sarıçoban şöyle devam ediyor:
“Günlüklerde yeri geldiğinde bulunduğu ortamı ve şahısları çok iyi tasvir etmiştir. Bir kısım arkadaşlarının gösterdiği vefasızlığı ortaya koymaktan da çekinmemiştir.
İsmet İnönü’yü, ihtilalin gerçekleşmesinde büyük payının olduğunu düşüncesiyle çok sık eleştirmiştir. Aynı şekilde Adnan Menderes’i de mahkemelerde iyi savunma yapmadığı için tenkit etmiştir.”

Haberin Devamı

Yazı ve siyaset dolu bir yol
23 Nisan 1909’da Kafkasya’da doğdu Samet Ağaoğlu. Babası Azeri asıllı, 1910’da Osmanlı ülkesine göç eden, Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerinin önde gelen fikir adamlarından ve siyasetçilerinden Ahmet Ağaoğlu’ydu. İki ablası bir ağabeyi, bir de kızkardeşi vardı; Süreyya Ağaoğlu, Tezer Taşkıran, Abdurrahman Ağaoğlu, Gültekin Ağaoğlu. İlk ve orta eğitimini İstanbul, Beyazıt Özel Feyziye Lisesi’nde tamamlayan Ağaoğlu, Ankara Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra 1931’de de Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl doktora için Strasburg’a gitti. Fransa’da tanıştığı Neriman Ağaoğlu ile yaptığı evlilikten iki oğlu bir de kızı oldu: Tektaş, Mustafa Kemal, Sitare...
Yazmaya lise yıllarında başlayan Ağaoğlu, 1933’ten siyasete atıldığı 1946’ya kadar Varlık, Yücel, Şadırvan, Çığır, Ülkü gibi dergilerde hikâyelerini yayımladı.

23 eser sahibi
Edebi çalışmalarına siyasete atıldıktan sonra ara veren Ağaoğlu’nun yayımlanmış altı hikâye kitabı, yedi anı, bir inceleme, bir gezi, bir günlük, iki siyasî ve beş bilimsel eser olmak üzere yirmi üç eseri var.
Ağaoğlu, 12 yıl süren memuriyet hayatından, Haziran 1946’da siyasete atılmak üzere ayrıldı. 1946 seçimlerine önce bağımsız aday olarak katılmak istedi. Ama Bayar ile yaptığı görüşmelerde fikir birliğine vararak DP’ye katıldı. 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde Manisa milletvekili oldu. Ağaoğlu, DP’nin on yıllık iktidar döneminde iki buçuk yıl süren Başbakan Yardımcılığı’nın yanı sıra, Çalışma Bakanlığı (Kasım 1952), İşletmeler Bakanlığı (Aralık 1954) yaptı. Son Menderes kabinesinde de önce Sanayi Bakanlığı’na (Aralık 1957), daha sonra da Devlet Bakanlığı’na atandı. (Şubat 1958). Kasım 1958’de bu görevinden ayrılarak, 27 Mayıs 1960 İhtilâli’ne kadar TBMM’de Manisa milletvekili olarak görev yaptı.
27 Mayıs 1960 günü Ankara’da Kara Harp Okulu’na, yirmi gün sonra da en son kafileyle Yassıada’ya gönderildi. 14 Ekim 1960’da başlayan Yassıada mahkemelerinde, Anayasayı ihlal etmek, dikta rejimi kurmak isteyenlere yardım etmek, iktidarı maddi menfaat sağlamak için kullanmak ve Vatan Cepheleri kurmakla suçlandı. Savunma avukatlarından biri ablası Süreyya Ağaoğlu, diğeri Gültekin Başak’tı.

1964’te cezası kaldırıldı
Ağaoğlu, 15 Eylül 1961’de, müebbet hapse mahkum edilerek diğer DP’li hükümlülerle birlikte İmralı cezaevine gönderildi. Buradan 23 Eylül 1961’de Kayseri Cezaevi’ne, 30 Mart 1964 tarihinde de rahatsızlığından dolayı İstanbul Toptaşı Cezaevi’ne nakledildi.
23 Eylül 1964 tarihinde sürekli hastalıklarından dolayı aldığı Adli Tıp Raporu ile Cumhurbaşkanlığı’na af talebinde bulundu. Cumhurbaşkanlığı 2 Ekim 1964’te cezasının tamamen kaldırılmasını uygun gördü ve cezaevinden çıktı.
Dr. Gülay Sarıçoban, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde yapmış olduğu doktora tez çalışmasını “Samet Ağaoğlu’nun Siyasi Biyografisi” üzerine yaptı.
Bu araştırma sırasında Samet Ağaoğlu’nun oğlu Tektaş Ağaoğlu’ndan temin ettiği günlüklerden yararlandı. Yassıada, Kayseri ve Toptaşı cezaevinde kaleme alınan bu günlükler bir bloknota yazılı, toplam 13 defterden oluşuyor.

Haberin Devamı

27 Mayıs Günlükleri - Seni düşmanların değil dostların yiyor

Neriman Ağaoğlu, Tektaş Ağaoğlu, Ahmet Ağaoğlu ve Gültekin Ağaoğlu. (Soldan sağa)

Haberin Devamı

YASSIADA GÜNLÜKLERİ’NDEN SEÇMELER:

Haberin Devamı

‘Menderes’in bir hiç olduğunu görmek hazin’

* 27.11.1960 Pazar
Menderes’in mesture davası başladı. Bu adamın bir hiç olduğunu görmek hazin. Şu hallere düştükten sonra bunu anlamış olmak da gülünç. Verdiği cevaplarda ne kadar sefil ve perişan. Her kusuru Ahmet Salih’in [Korur] ve karısının üstüne atıyor. Demek ki evinde yediğimiz yemekler hep mestureden ödenmiş “Soframda 161’den fazla misafir olunca masrafı mestureden verilirdi” diyor. Allahım bu nasıl söz. Allahım daha neler göstereceksin?

‘Vekiller haberimiz yok diye kekeliyor’

* 30.11.1960 Çarşamba
İsmet Paşa’nın dediği tamamen doğru imiş, biz gerçekten bir kadrodan ibaret kalmışız. 27 Mayıs sabahı kopan fırtına kadronun çerçevesini kırar kırmaz içindekiler kendi başlarını kurtarmanın yoluna, hem de çılgınlar gibi düştüler. Şimdiye kadar yapılan mahkemelerde ancak iki erkek ses işitildi. Hayrettin [Erkmen] ve Koraltan’ın. Bunlar da zayıf ve çelimsizdiler. Hele Menderes hele Bayar. Ah, onları lider diye kabul etmekte nasıl aldanmışız. Mesela işte şu radyo meselesinde fiilen yalnız başına sevk ve idare ettiği, Radyo ve Gazete için vekilleri de mesul tutmak gayretinde. “Niye istifa etmemişler?” diye bağırıyor. Vekiller de her biri onun bizzat yazdığı okunacak sözleri hayranlıkla dinledikleri, alkışladıkları, en ufak bir itiraz yapmadıkları halde şimdi bizim haberimiz yok diye kekeliyorlar.
Menderes iktidarda “bütün şerefler benimdir” diye kükrüyordu. O halde neden bugün “bütün mesuliyetler benimdir” diyemiyor. “Çok güzel yapmışsınız, hayran olduk” diyenler neden şimdi o yaptı, biz de tasvip ettik demek cesaretini gösteremiyorlar?
İşte Şark burada kendini gösteriyor.

Haberin Devamı

‘Allah bu adamı muhafaza etsin’

* 5.12.1960 Pazartesi saat 05.00
Cemal Paşa’nın hastalığı galiba ciddi. Amerika’dan doktor getirmişler. Allah bu adamı muhafaza etsin. Aksi halde memleketin de bizim de sonu belli olmayan maceralara sürüklenmemiz ihtimali vardır. Kromit davası için istediğim vesikaların bir kısmı hemen gelmedi. Bunu düşündüğüm zaman [Tevfik] Fikret’i hatırlıyorum:
Sonra bir mevci tebessüm ufacık bir leman
Ettirir bizleri ruhunda seherler galeyan
Ve ruhumun gecesinde fışkıran seherlere bakarak elli yaşımdan sonra yeni bir yaşama planını kurmaya çalışıyor, hayatın giden parçasını neresinden yakalayarak ömrümdeki kısmına tutunabilirim diye çırpınıp duruyorum.
Bu yeni hayat merhalesine sanat yolundan girebilirim diyorum, elimde tek kalan bir hikaye kitabı kalkınmamın birinci adımı olur. Arkasından Strazburg Hatıraları’nı üslup düzeltmeleri ile yeniden basabilirim.
Bunlar beni biraz kendime getirir. O zaman da yolları daha iyi görebilirim.

‘Örtülü ödenek ve Radyo davaları’

* 7.12.1960 Çarşamba Saat 05.00
Dün birkaç gün önce tekrar tutulan Kemal Çapkın paşayı bizim koridora [Hasan] Polatkan’ın odasına getirdiler. Kayseri hadiseleri sanıklarından olarak. İzzet Akçal, üç günden beri hasta. Daha çok manevi. Yüzü sapsarı, düşünceli, mağmum. Başı dönüyor, ayakta duramıyorum diyor.
Ah bu [Celal] Yardımcı’nın gözleri Gamlı, melankolik, ürkek ve sabit bakışları. Bu gözler neşe, sevinç hatta hiddet tanımıyor. Yüzünün çizgileri gülmek için gevşediği, konuşmak için büküldüğü zaman gözler ve bakışlar aynı kalıyor.
[Atıf] Benderlioğlu’nun hanımı “Bir ve beraber olun” diyor. Kadının hakkı var. Örtülü ödenek ve Radyo davaları nasıl dağınık bir cemaat olduğumuzu, birbirimize karşı sevgi, hislerinden nasıl mahrum bulunduğumuzu gösteriyor. Burhan Belge’den Necip Fazıl’a [Kısakürek] kadar, Peyami’den [Safa] Orhan Seyfi’ye [Orhon] kadar dışımızdakiler bizden çok daha cesur. Demek ki biz “Ruh-i Bağdadi’nin” “hemrahlarından” ibaretmişiz.

‘Ah zavallı Demokrat Parti!’

* 11.12.1960 Pazar Saat 05.30
Ah zavallı Demokrat Parti! Sen bu memleketin garp düşünce ve medeniyetine doğru attığı en büyük adım, sen bu memlekette halk yığınlarının polis, jandarma, memur istibdadından gerçek manasıyla kurtulmuş olarak yaşadığı devir, sen devletin, idare edenin, halka, idare edilene yaklaşarak onunla hatta kucak kucağa olduğu yıllar, sen harap, işlenmemiş, değerlerini meydana dökememiş vatanın çiçek gibi süslenmeye başladığı gün akıbetin neden böyle oldu?
Neden şimdi seni yalnız bir zulüm, bir hırsızlık, bir keyfi idare, bir tahakküm makinesi diye yerden yere, taştan taşa vuruyorlar? Tarihte bu korkunç facia hangi topluluğun başına geldi?
Bu hazin sonun belki de tek sebebi 1950 yılında Demokrat Parti’nin başında olanların düştükleri bir hatadır! Kendilerine körü körüne itimat, güvenme, hodkâmlık derecesine varan bir güveniş! Onlar 1950 zaferinin manasını ve azametini gözlerini bu perde kapadığı için göremediler.

Allahım, bu adama ne oldu?

* 19.12.1960 Pazartesi
Adnan Bey! Allahım, bu adama ne oldu? Akıl, mantık melekelerini kaybetmişe benziyor. Fatin’in savunmasından sonra yine söz almış. “Kıbrıs işinde diyor, eğer Sayın İnönü beni suçlu görseydi, uçak kazasından sonra gelip beni karşılamazdı!”
Onun bu sözlerini gazetelerde okuduğum zaman aklıma [Mükerrem] Sarol’un, 27 Mayıs’tan kısa bir zaman önce söyledikleri geldi. Mükerrem büyük şokların sonunda, akıl bozukluklarının başlayabileceğini, bunun önce fark edilemeyeceğini, yavaş ve gizli ilerleyen değişikliğin günün birinde birden başlayacağını anlattıktan sonra “Ben Adnan Bey’de böyle bir hal görüyorum ve korkuyorum artık zekâsı eski cevvaliyetini göstermiyor!” demişti.
Aklıma başka bir şey daha geliyor: Acaba Menderes şimdi ölüm korkusu, asılmak korkusu içinde mi? Hayatını kurtarmak için mi böyle yapıyor? Fakat şimdiden sonra bu hayatın ona ne lüzumu var? Böyle düşünmekle belki de yanılıyorum. Belki de en büyük ihtiras yaşamaktır!

‘En yakın arkadaşlarının hıyanetine uğradı’

* 21.12.1960 Çarşamba
Süreyya anayasayı ihlali dosyasında Ethem Menderes’in hatıra defterini görmüş! Adam birçok yerinde benden bahsediyor. Geçmiş birçok hadiseleri, benim Bayar ve Menderes ile münakaşalarımı yazıyormuş! Adnan Bey için de hep aleyhte notlar varmış ve “ondan intikam alacağım” diyormuş. Zavallı Menderes! Sen en yakın ve ekmeğinle beslenmiş arkadaşlarının hıyanetiyle karşı karşıya kaldın. Ethem hatıra defterinin bir yerinde de “Samet ile Süreyya hakkındaki dedikodular ayyuka çıktı” diye yazmış. Neden bana bunu hiç açmadı? Hatıra defteri tutmak kolay, dostluk, insanlık güç! İşte 7 aydan beri en çetin tetkikler, aramalar yapıldı. Süreyya ile bana ait müşterek ne çıktı? Ah melun Şark! Ah bu Şark’ta politika yapmak! Seni düşmanların değil, dostların yiyor!

‘Bezginlik bütün benliğimi sarmış!’

* 22.12.1960 Perşembe Saat 05.00
1960 yılının en uzun gecesi de bitti. Biraz önce, şimdi Kur’an okuyan [Âtıf] Benderlioğlu’na “Bıktım artık dedim, bıktım artık!” Hiçbir şey söylemeden yüzüme bakarak başını salladı.
Evet, bıktım artık! Yaşım 52! Korkunç bir bezginlik bütün benliğimi sarmış! Vücudum hızla yıpranıyor. Kafamın içi gelecekten çok geçmişin hadiselerine ait düşüncelerle dolu. Gamla, hüsranla alev alev yanan kalbimi kemiren düşünceler.
Bu arada ve hele son günlerde Neriman hep gözlerimin önünde! Öyle sözlerini, öyle bakışlarını, öyle gözyaşlarını hatırlıyorum ki! Ah bunları yazabilseydim, belki biraz boşalarak kendime gelebilirdim. Tektaş’ın, Mustafa’nın annelerini kucaklamalarındaki derin manayı şimdi ne kadar iyi anlıyorum!

YARIN: “Biz asıl kendi içimizde çürüdük”