Pazar “Okulu açtım, ilk hafta hiç öğrenci gelmedi”

“Okulu açtım, ilk hafta hiç öğrenci gelmedi”

18.10.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

İki Dil Bir Bavul”, 46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin en sevilen filmlerinden biri oldu.

“Okulu açtım, ilk hafta hiç öğrenci gelmedi”

Biz bu yazıyı yazarken henüz yarışma sonuçlanmamıştı, siz okurken ödüllerin sahipleri belli olacak. Ama şunu söylemek mümkün, Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın Denizli’den Şanlıurfa’ya atanan ve aynı dili konuşmadığı öğrencileriyle anlaşmaya çalışan genç öğretmenin hikayesini anlattıkları “İki Dil Bir Bavul” en çok düşündüren ve duygulandıran film ödülünü alabilir. İzleyenlerin sahiden öğretmen olduğuna inanamadığı Emre Aydın da en çok merak edilen oyuncu ödülünü...
Siz de merak ettiyseniz, film 23 Ekim’de gösterimde...

“Şanlıurfa’yı Google’a yazdım, bir şey çıkmadı, delirecektim”
Horozkentli” bir işçi ailesinin büyük çocuğu Emre Aydın, Amasya Eğitim Fakültesi öğrencisiydi. O okuyabilsin diye annesi evlere temizliğe gidiyordu. En büyük derdi derhal göreve başlayıp ailesinin yükünü hafifletmekti Emre’nin. Bu nedenle, tercihleri arasında Ankara’dan doğusu olmadığı halde tuttu 21’inci maddeyi de işaretledi: “Devlet nereye gönderirse görev yapabilirim.”
23 Ağustos 2007’de teyzesinden aldı haberi: “Atanmışsın Emre. Şanlıurfa’ya”.
“İlk 30 saniye yaşamıyordum sanki” diye anlatıyor o günü: “Şanlıurfa neresidir? Sadece haritalardan biliyorum. Şanlıurfa, Siverek, Demirci İlköğretim Okulu. Google’a yazıyorum, hiçbir şey çıkmıyor. Delireceğim.”
Ama dertlenmeye fazla vakti yoktu. Birkaç gün içinde yola düştü. İki kere gitti geldi Siverek-Şanlıurfa arasında. “Böyle bir okul yok” dediler. Siverek’teki öğretmenevine yerleşip sokak sokak Demirci köyünü bilen birini aradı.
Bir gün öğretmen evinde dertli dertli otururken iki adam geldi yanına. “Biz bir film yapıyoruz” dediler: “Batıdan doğuya atanan bir öğretmenin hikayesi.”
Böyle başladı aralarındaki dostluk... Ve “İki Dil Bir Bavul” filmine giden işbirliği... Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan idi o adamlar. Ve macera şimdi başlıyordu...

Haberin Devamı

Köyle ilgili ilk düşüncelerinizi hatırlıyor musunuz?
Tabii, baktım bozkır, ağaç filan yok, köy gayet sessiz, terk edilmiş, Teksas filmlerindeki yerler gibi. “Eyvah” dedim, burada yaşanmaz. Su yok, elektrik gidiyor, günlerce gelmiyor. Büyük apartmanların olduğu, canlı bir yerden geliyorsun, pembe bir dünyadan, diyorlar ki “Al işte gerçek dünya, yaşa yaşayabilirsen.”

Okulun ilk günü nasıldı peki?
Pazartesi açtım okulu, öğrenci bekliyorum. Öğrencilere güzel görüneyim diye, saçlar jöleledim, parfüm sıktım, jilet gibiyim ama gelen yok. “Öğrenci bana gelmiyorsa ben öğrenciye gideyim” dedim, çıktım. Tek tek dolaştım evleri, kimse yok. Birisi koyun gütmeye gitmiş, öteki mevsimlik işçi olarak götürülmüş, hâlâ dönmemiş... O hafta öğrenci gelmedi hiç.

Sonraki hafta?
Geldiler. Tanışmaya çalışıyorum, beşinci ve dördüncü sınıflar cevap veriyor; üçler, ikiler kısmen; birinci sınıflara “Adın ne?” diyorum, sağındaki solundaki arkadaşına bakıyor. Meğer hiçbirinin Türkçesi yokmuş. Belli oldu ki Türkçe öğretmekten başlayacağız işe...

Film o arada mı başladı?
Evet Özgür hocamla Orhan hocam ilk hafta okula gelip projeyi anlattılar. Derhal kabul ettim, tek derdim yalnızlığımdan kurtulmaktı. Ama ondan sonra dedim ki “Benim gibi olan on binlerce öğretmen var. Belki bu film onların derdine bir nebze derman olur.”

“Filmde gençmişim, biraz yıpranmışım”

Siz filmi ne zaman izlediniz?
2008 kasımında. Üzüldüğüm nokta, baktım ki filmde harbiden gençmişim.
O ağır koşullar beni biraz yıpratmış. Büyümüşüm ve olgunlaşmışım. Şimdi hiçbir şey beni yormuyor artık, biliyorum ki üstesinden gelebilirim. Mevcut şartlarla yaşamayı öğrendim ben orada.

Mutlu oldunuz mu peki?
Tabii ki. Nisan ortalarında açtık kitapları, baktım öğrencilerim okuyor, “Tamam” dedim ya, “Burada su-elektrik yokmuş, okul kötüymüş, o an aldığım hazzın yerini hiçbir şey tutamaz.” Ne parası, ne pulu, hepsi boş.

“En büyük korkumuz, ‘Açılımdan faydalanmak için yaptılar’ denmesi”
Projenin ortaya çıkışını anlatır mısınız?
Orhan Eskiköy: Biz sinemaya sorun temelli bakıyoruz, Kürt sorununun da memleketin en büyük sorunu olduğunu düşünüyoruz. Bir de işin kişisel bir tarafı var; Özgür bir Kürt olarak, ben bir Türk olarak bu projenin içindeyiz ve Türkiye’yle ilgili bir taraf olma durumu varsa, tarafız. Bunu nasıl bir sinema filmine dökebiliriz diye düşünürken bir öğretmen arkadaşımız Bingöl’de başından geçen bir olayı anlattı. Çocuklardan gaz istiyor sobayı yakmak için. Gaz da kerpeten demekmiş Kürtçe. Ertesi gün kerpeten getiriyorlar. Bu olay bizim çıkış noktamız oldu, sıra geldi öğretmeni bulmaya. Siverek’te Emre’yi bulduk sonunda...

O da çok doğal kamera karşısında...
Özgür Doğan: Birlikte çok zaman geçirdik biz, o güven ilişkisi de rahatlatıcı oldu. Aynı zamanda iyi arkadaş olduk, günlük yaşamımızı beraber götürdük, o doğallık yansıdı filme.

Baştan tasarladığınız sonucu birebir elde edebildiniz mi?
Özgür D.: Mutlak olarak değil ama genel duygu itibarıyla.
Orhan E.: Bizim yazdığımız şey daha derine iniyordu. Çözüm olarak önerimiz de karşılıklı bir dönüşümdü; benim Özgür’le kurduğum ilişki aslında. Özgür’ün bir Kürt olarak hayatıma girip benim Kürtlerle ilgili varsa önyargılarımı değiştiren şey. İlişkinin daha iç içe geçmesini ve özellikle öğretmen tarafından çocukların meselesinin daha anlaşılır olmasını istemiştik.

Siz başlarken ortada Kürt açılımı yoktu...
Orhan E.: Evet, benim tek kaygım, “Bu adamlar bu filmi Kürt açılımından faydalanmak için yaptı” diye düşünülmesi. Biz bu filme çok önceden başladık. Ama bir katkısı olacaksa da çok seviniriz.