Siyaset Evren: Çok ağırıma gitti

Evren: Çok ağırıma gitti

19.09.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Evren: Çok ağırıma gitti

Evren: Çok ağırıma gitti

"Emekli olunca, 12 Eylül'ü gerçekleştiren ben ve 4 kuvvet arkadaşımı mahkum ettirmek için ortaya atılan tekliflere gerekli cevabı veriyordum. Sağduyu sahibi yazarlardan da tepki gösteren çıkıyordu. Marmaris'te iki gaz lambası aldım, "Püf de Paşam" dediler. Yağlıboya resim yapınca adeta alay ettiler."

ARMUTALAN'a yerleştikten birkaç gün sonraydı. Sabah yürüyüşleri yapıyordum. Bir bakkal dükkanı önünden geçerken vitrininde fitilli gaz lambaları gördüm. Elektrik kesilmelerine karşı bir tedbir olarak o gaz lambalarından 2 tane aldım. Bu olay sanki mühim bir olaymış gibi basında yeraldı. Elektrik kesilmeleri yalnız Armutalan'da olan bir durum değil ki. Her şehrimizde sık sık başa gelebilir. Milliyet Gazetesi yazarlarından Necati Doğru bu konuyu ele almış ve 17 Kasım 1989 tarihli sayısında aşağıdaki yazıyı kaleme almış.

"Hayat öğretmendir. İnsana neler öğretiyor. Eski Cumhurbaşkanımız hayatın içine girince hızla öğrenmeye başladı. Marmaris'te elektriklerin sık sık kesildiğini gördü. Hemen çarşıya indi ve 10 bin lira ödeyerek iki tane petrol lambası aldı. Oysa Evren daha 20 gün önce kristal avizelerden süzülen elektrik ışığında ne kadar görkemli brifingler izlemişti. Bakanlar, başbakan, müsteşarlar, başkanlar, danışmanlar geniş salonlarda büyük büyük masalarda ve parlak ışıklı lambaların altında ona sayfalar dolusu raporlar sunmuşlardı.
Evren emekli oldu. Halkın sisteminden elektrik kullanmaya başladı. Tam çağrışımdan çağrışıma sıçrayıp anılarını yazdığı sırada elektriğin gittiğini ve zifiri karanlığın geldiğini gördü. Parlak ışıklı salonlarda, uzaktan kumandalı otomamit projektörlerle diyagramlar, renkli tablolar izleme devri bitti, lambaya püf de Paşam. Ekonomi yap. Şimdi sen de halksın..."

1991 yılında Atatürk Uluslararası Barış Ödülü bana verilmişti. Bu ödülün bana verilmesinin doğru olmadığı konusunda solcu yazarlardan çeşitli makaleler basında yer almıştı. Onları buraya almadım. Çünkü onu yazanın şahsi düşüncesidir o da öyle düşünüyor diye değerlendirdim. 1992 yılı geldiğinde bu ödül Güney Afrika Cumhurbaşkanı Mandela'ya verilmesi kurulca uygun görülmüş basında da yer almıştı. Mandela ödülü almayacağını bildirince bu yönde çeşitli yorumlar basınımızda yeraldı. Bunların başında da Sabah gazetesi köşe yazarlarından Zülfü Livaneli geliyor.
Livaneli'nin bu konudaki 16 Mayıs 1992 tarihli yazısı aşağıdadır.

"Başbakan Demirel üzgün olduğunu belirtiyor ve galiba daha önce verilen kişilere bakmış falan diyor. Doğrudur. Nelson Mandela'nın ödülü reddetmesinde en büyük etken Kenan Evren olmuştur. Ne yapmasını bekliyorduk. Nelson Mandela dünyadaki direniş sembolü olmuş ismini darbeci bir generalle yanyana yazdırır mıydı? Yakışık alır mıydı böyle bir iş? Seri idamlar konusunda açıklama yaparken. Ne yapalım? Asmayalım da besleyelim mi diyebilen bir diktatörle Mandela aynı ödülü alamazlar. Birinin ödülü öteki için ceza demektir. Nelson Mandela Türkiye'de doğmuş olsaydı, Kenan Evren'in hapsettiklerinden biri olurdu."
Aynı tarihli Sabah gazetesinin başka bir köşesinde de Hıncal Uluç bu ödülle ilgili başka bir yorum yapmış. Onu da buraya alıyorum. Görüleceği üzere bu gibi konularda her kesin görüşü, yorumu ayrı ayrı.

"Mandela nam zat Atatürk ödülümüzü reddetmiş. Rezil olmuşuz. Niye Nobel ödülü reddedilmedi mi hiç. Oskar? Ya da başkası? Ne kadar ödül varsa o kadar reddedilen ödül vardır. Sizin ödül vermeye ne kadar hakkınız varsa adamın da almamaya o kadar hakkı olur. Niye rezil olunur ki. Bana da ne gazetecilik ödülleri teklif edildi. Bazılarını reddettim. Ne ben rezil oldum ne reddettiklerim."
Cumhurbaşkanlığımdan ayrılışımın üzerinden geçen yıllar içerisinde 12 Eylül'ü gerçekleştiren ben ve kuvvet komutanı dört arkadaşımı mahkemeye verip mahkum ettirmek için Anayasa'nın geçici 15. maddesinin kaldırılması teklifleri de zaman zaman ortaya atılmaya, hem de sık sık atılmaya başlandı. Bu gibilere karşı gerekli cevabı ben veriyordum. Ancak basınımızdaki sağduyu sahibi yazarlarımızdan da bu tür davranışlara tepki gösterenler çıkıyordu. Bunlar
arasından Emin Çölaşan'ın yazısını örnek olarak verebilirim:

"SHP'li Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu, geçen hafta katıldığı Ali Kırca'nın Siyaset Meydanı programında esip gürlüyor, şimşek gibi çakıyordu. Bakınız özellikle Atatürk dönemini kastederek ne diyordu: Türkiye'nin 70 yılı tabu ile geçti.
Bir insan 12 Eylül'e karşı veya yandaş olabilir. Doğrudur, yanlıştır, haklıdır veya haksızdır. O ayrı bir konudur. Amma velakin o insan 1981 yılında bir pasaport alabilmek için darbeye övgüler düzüp askerlere yalvarıyorsa 12 Eylül harekatını göklere çıkarıyorsa ve bugün beş tane paşanın apoletleri üzerinde yükselen Evrenizm anayasası diye nutuklar çekiyorsa, kışla talimatnameleri diyorsa 12 Eylül'e dümdüz gidiyorsa, bu işte bir tutarsızlık vardır.
O dönemde Suudi Arabistan'da para kazanmak için Sıkıyönetim'e verdiği yalvarış dilekçesinde Atatürk'ün büyüklüğünü sayfalarca anlatan aynı kişi bugün Türkiye'nin 70 yılı tabularla geçti diyorsa ortada bir döneklik var demektir.
Azimet şimdi hükümette görevli bir Devlet Bakanı. Açıkça görülüyor ki tam bir rüzgar gülü. Her devrin adamı. O gün 12 Eylül rejimi güçlü ve onları yağlıyor. Bugün ise sövüyor. Hiç sıkılmadan 180 derece dönüyor. Hangisine inanalım?"

Yalçın Pekşen, 12 Eylül döneminde köşe yazarı değildi. Bazı araştırma yazıları çıkardı. Sonra köşe yazarlığına başladı. Ben yağlıboya resim yapmaya başlayıp İstanbul'da sergi açınca, diğer bazı köşe yazarları gibi bu da benim yaptığım resimlerle alay eder tarzda yazı yazdı. 1994 senesine geldiğimizde Hürriyet gazetesinin 8 Eylül tarihli sayısında Akım derken neler oldu başlıklı ağıdaki yazısı ağırıma gitti.

"İyi niyet her zaman yeterli olmuyor. Şimdi Marmaris'te resim yaparak bol bol boya ziyan eden emekli Cumhurbaşkanı Kenan Evren, hiç kuşku yok kendisini Atatürçü ve laik sanıyordu. Şimdi bile ortalığın haline bakıp bu irtica acaba nereden çıktı diye düşündüğüne eminim.
Bu sözler 12 Eylül yönetiminin en yetkili ve sorumlu kişisinin Atatürkçülüğe ve laiklik kavramına aykırı düşen bir anlayışa sahip olduğunun kanıtlarıdır. Çünkü ulusal birlik yerine dinsel birlik öne sürülmüştür. Böylece de ulus yerine ümmet anlayışı ön plana çıkarılmıştır. Laik devlet yasalarının ve bunların devletçe sağlanan yaptırımlarının yerine günah kavramı geçirilmiştir. bilimsel olarak açıklanması gereken meteorolojik olaylar mistik bir anlayışla halka anlatılmıştır.
Gördünüz mü akım derken neler denmiş..."

* * *
"12 Eylül karşıtı yazılar buraya kadar aldıklarımla sınırlı değildi. Siyasi parti liderlerinden bir kısmının ve yine bir kısım politikacıların basında yeralan beyanları ve TBMM'de yaptıkları konuşmaları buraya almadım." Kenan Evren.

- BİTTİ -