Siyaset Laiklik kaygılarına daha hassas olmalıyız

Laiklik kaygılarına daha hassas olmalıyız

20.05.2008 - 01:47 | Son Güncellenme:

Lagendijk: “Avrupa, laiklik tartışmasını bırakalı yüzyıllar oluyor. Bu yüzden Türkiye’deki laiklik tartışmalarını anlamıyor olabiliriz” Lagendijk: “Avrupa’da insanlar, ‘AKP ne yapmak istiyor?’ diye soruyordu ki savcının iddianamesiyle gündem değişti. 3 çocuk da çok zekice bir öneri değil”

Laiklik kaygılarına daha hassas olmalıyız

Bugün de devam eden söyleşimizin geniş bölümünü Joost Lagendijk’ın bir Avrupalı olarak laiklik meselesine nasıl yaklaştığını anlamaya ayırdık. Doğrusu zaman zaman biz dahi bunaldık aynı şeyi konuşup durmaktan ve “Kusura bakmayın, ama bu konuyu Türkiye’de tartışmaya siz açtınız” demek zorunda kaldık.
Lagendijk ise sorularımıza yanıt verirken ki enerjisi ve samimiyetini başından sonuna kadar aynen korudu. Ne düşünüyorsa açık açık söyledi. Fikirlerine katılır ya da katılmazsınız, fakat neyi, hangi kafa yapısına sahip biriyle tartıştığınızı bilmekte büyük fayda var. İşte Türkiye-AB Karma Parlamento Eşbaşkanı Lagendijk’ın laiklik ve laiklerle ilgili görüşleri:

Türkiye’yi gerçekten iyi tanıdığınızı düşünüyor musunuz?
Bu soru, genellikle Türkiye’de benim söylediğim şeylere karşı olan insanların bir yorumu. Çünkü Avrupa Parlamentosu’nda herhalde Türkiye dosyasını en iyi bilen politikacı benimdir. 

O zaman Türkiye’deki laikliğin Avrupa’dakinden farklı güçlükleri olduğunu da biliyorsunuz?
Elbette biliyorum, laiklik Türkiye’de çok önemli bir konu, bunun farkındayız.

Peki bunun farkında olduğunuzu sizce niçin Türkiye’deki laikler tam olarak hissedemiyor?
Çünkü Avrupa’nın hiçbir zaman laikliği öne çıkaran bir tavrı yok. Önem vermediğinden değil, ama artık bu Avrupa’da halledilmiş bir konu. Laiklik zaten düzenin bir parçası ve biz bunu tartışmayı bırakalı yüzyıllar oluyor. Ama bizim hatamız belki de bu farklılıkların olduğunu bildiğimizi yeterince dile getirmiyor olmamız.

Bu bir özeleştiri galiba…
Evet, belki de gerçekten laiklik konusundaki yanlış anlaşılmalar buradan kaynaklanıyor. Çünkü AB’deki 27 ülkenin hiçbirinde böyle bir kavga yok ve biz seküler olmanın normalliğini yaşıyoruz. Bu yüzden de Türkiye’de laiklik üzerine yaşanan tartışmayı anlamıyor olabiliriz. Hatta size bir örnek vereyim; Geçenlerde bir Türk gazetesinde benle yapılan bir röportajın başlığı “Ben de Laikim” diye atılmıştı. Doğrusu buna biraz güldüm. Çünkü bu benim için “Ben bir erkeğim” demeye benziyor. 
 
LAİKLE STATÜKO AYNI ŞEY OLMAMALI
 
Türkiye’deki laiklerle tüm meseleniz bu gündem farklılığından mı kaynaklanıyor sizce?
Aslında tabii anlayış farklılığı da var. Mesela bizim için üniversitede başörtüsü takılması laik sistemle uyum içersinde bir konu. Ama bu Türkiye’de laikliği tehdit eden bir mesele olarak görülüyor. Biz bu konuda AKP’ye anlayış gösterdiğimizde de sanki laiklikten taviz veriyormuşuz gibi algılanıyor. 

Aslında hemen herkesin gönlünden geçen böyle bir yasağın olmaması, ama ya ipin ucu kaçarsa diye de endişelenenler var; onlara ne dersiniz?
Evet, ben de Türkiye’deki bu hassas durumu görüyorum ve bu gerçekten doğru bir hassasiyet, derim. Kesinlikle bir dengeyi bulmak zorundasınız. Özel bir konumunuz var. Fakat biz şunun da farkındayız: Türkiye artık öyle bir noktaya geldi ki üniversitelerdeki başörtüsü serbestliğini taşıyabilir. Bu konu artık laik düzeni tehdit edici bir etki yaratmaz. Ama tabii burada önemli olan meselenin üniversitelerde durması. Yani ilkokul, ortaokul, lise ve kamuda başörtüsü meselesinin asla tartışma konusu bile yapılmaması. 

Ama işte hem böyle okullar, hem de böyle kamu kurumları çok Türkiye’de… Ve bunların hızla arttığını gören laikler merak ediyor: Avrupa’daki dostlarımız bu değişimi hiç önemsemiyorlar mı, diye?
Biz bu konuda gerçekten hassasız, ama tam tersi bir imaj doğduysa bu da bizim eksikliğimizdir. Sorumluluk tamamen bize ait. Fakat bu eksikliğin bir gerekçesi de şu olabilir: Bu söyledikleriniz Türkiye çapında uygulanmıyor, münferit yaşanıyor. Ayrıca bir şey daha bizi zorluyor: Laiklerin mesela alkol yasağı sorunu ile üniversitedeki başörtüsü meselesini ilişkilendirmesi. Yani alkol yasağı ayrı, türban yasağı ayrı tartışılamıyor. O zaman da laikler “Madem böyle uygulamalar var, hiçbir koşul değişmesin, her şey olduğu gibi kalsın, böylece biz de laikliği savunmuş oluruz” gibi bir tavır içine giriyor. Laiklik veya toplumdaki dönüşüm üzerine tartışmayı dahi reddediyorlar. Biz ise bu “Her şey olduğu gibi kalsın, hiçbir şey değişmesin” tuzağına düşmek istemiyoruz. Ama tabii şu konuda da haklısınız: Mutlaka laiklikle ilgili kaygılara daha hassas olmamız gerekiyor. 
 
AKP’YLE İLİŞKİM TAMAMEN FORMEL
 
En son ne zaman AKP’li olmayan biriyle fikir alışverişinde bulundunuz?
En son geçen Nisan “eski iyi dostum” Onur Öymen ve Gündüz Aktan’la görüştük. Tabii beni yine eleştirmişlerdi… 

“Dost” tabirine inanalım mı gerçekten?
İngiliz ironisi şeklinde anlarsanız daha doğru olur. (Gülüyor)

Peki, ama Türkiye’de AKP’li olmayan kesimi sadece Öymen ve Aktan temsil etmiyor. Acaba biraz kaynak çeşitliliği mi yaratmalısınız?
Burada size açık olacağım: Benim ilişkide olduğum insanların çoğu AKP’li değiller, ama demokrat, liberal, laik ve AKP’nin reform sürecine destek veriyorlar. Bir bakıma evet, Türkiye’de “AKP-Liberal demokratlar” koalisyonuna yakınlar. Fakat özünde AKP’nin kendi iç kadrosu diyebileceğimiz kesimle benim hiçbir özel ilişkim yok. Benim AKP’yle ilişkilerim son derece formeldir. Hep resmi, üst düzey ve politik... 

Siz aslında “Türkiye’de olsam AKP’ye oy vermezdim” de demiştiniz; niçin?
Gerçekten öyle, çünkü AKP benim partim olamaz. Fakat bizim genel anlamda partilere bakış açımız başka türlü. Biz bir ülkedeki partiler AB’yle ilişkilerinde nasıl tavır takınıyorlar, ona bakarız. AB’nin Türkiye’deki partilere bakışında da 3-4 önceliği var: 1-Azınlıkların durumu. 2-Düşünce özgürlüğü. 3-Kürt sorunu. 4-Ordunun devlet içersindeki rolü. Şimdi bu noktalardan baktığımız zaman AKP yeterli olmasa da bize bazı reform projeleriyle geliyor. Fakat CHP sürekli her şeye karşı çıkıyor. Ve işte bunu da Avrupalılar anlayamıyorlar.
 
KATI LAİKLER SANTİM DAHİ OYNAMIYOR 
 
Rehn’in “aşırı laik” lafı; bu sizce de doğru bir ifade mi?
Rehn’in bu terimi kullandığı zaman ki amacını anlıyorum. O herhalde “bir tarafta Müslüman demokratlar, öbür tarafta laikler” ikileminden kaçmak ve Türkiye’de gerçekten liberal laik bir kesimin varlığını da vurgulamak istiyordu. Aslında meseleye böyle baktığımız zaman ben de bu analize katılıyorum, çünkü Türkiye’de laiklerin hepsi çok katı değil. O yüzden hiçbir şeyi değiştirmek istemeyen, o agresif laik kesim için “ekstrem” ya da “katı laik” demek bence de mümkün.

Size göre “katı laik” kim?
Benim için katı laik, Türkiye’de laiklik meselesini tartışmak bile istemeyen, orada bir santimetre hareket etmenin veya bunu tartışmaya açmanın bile laikliği ortadan kaldıracağını düşünen kesim. Bu benim için ekstrem bir durum.

İyi de laiklik niye tartışmaya açılsın ki, Avrupa’da açılıyor mu?
Ama Türkiye’de toplumun yüzde 70’i bu konuyu tartışmak istiyor. 

Yüzde 70 rakamını nasıl elde ettiniz?
Yapılan bir araştırmaya göre toplumun yüzde 70’i bu başörtüsü uygulamasına karşı ve tartışmak istiyor. 

Ama yapılan başka bir araştırmaya göre de “Türkiye’nin çözülmesi gereken ilk sorunu türbandır” diyenlerin oranı sadece yüzde 1.7?
Bakın aslında Avrupa olarak bizim Türkiye’den ille de başörtüsü meselesi tartışılsın diye bir beklentimiz yok. Bizim meselemiz değil başörtüsü meselesi. Evet, benim gibi üniversitelerde başörtüsünün serbest olmasını isteyenler var, fakat bu bizim de politik ajandamızın ön plandaki bir konusu değil. 

Tam olarak az önce sormak istediğimiz de buydu zaten. Yani aslında Türkiye’de böyle acil bir tartışma yoktu. Bu tartışma Avrupa’nın da gündeminde yoktu. Ama aradaki sizin iletişim kanallarınız sanki Türkiye’nin bir numaralı derdi buymuş gibi iletiyorlar ve o zaman da eleştirilen siz oluyorsunuz; bu yorum sizce yanlış mı?

Benim veya birçok Avrupalının bu konudaki yaklaşımı aslında pasif bir yaklaşım. Yani biz bu türban işini istemedik, fakat olduğu zaman da buna karşı herhangi bir reaksiyon göstermedik. Biz aslında bu konuda bir nevi gözlemci konumundayız. Kaldı ki AKP’nin demokrasi girişimini sadece türban için yapmış olmasından da rahatsız olduk. AKP’lilere de bunu söyledim, “Eğer gerçekten bu başörtüsü meselesini çözmek istiyorsanız, oldukça geniş bir tartışma ortamı yaratıp, kaygılı olan kesimle diyaloga girin” telkininde bulundum. Fakat tamamen tersini yaptılar. Çoğunluğu buldukları için hiç tartışmadan ve oldukça hızlı bir şekilde bu meselenin üzerine gittiler. Bence bu büyük hataydı. 
 
TÜRBAN UZLAŞMASI İKİ SORUNU ÇÖZECEKTİ
 
Son yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de Cumhuriyet ve laiklik endişesi olanların oranı son bir yılda 10 puan artmış. Ama Rehn de diyor ki, “AKP’nin laikliği yıkma gibi bir gündeminin olmadığını sağır sultan bile duydu.” Bu manzaraya, bu yorum nasıl oluyor sizce?
Türk halkının Rehn’le ve belki benle aynı fikirleri paylaşmadığını, aynı algıya sahip olmadığını söyleyebiliriz. Ama bu araştırmanın türban yasağının kaldırılması teklif edildikten ve AKP’nin kapatılma davası başladıktan sonra yapıldığını da unutmamak gerek. Öte yandan Rehn bu yorumunda daha genel bir inancı yansıtmaya çalışıyor, AKP’nin “ülkeyi İslamlaştırma” gibi gizli bir gündemi olduğuna inanmadığını söylüyordu. Ben de onunla aynı fikirdeyim. 

Şimdi o endişeli kesim diyecek ki, “Siz bizden iyi mi biliyorsunuz?”
Tabiî ki onlardan iyi bilmiyoruz, ama baktığımız perspektif farklı. AB’nin 27 ülkesindeki üniversitelerde türban serbest, bir tek Türkiye’de değil. Biz bunu anlayamıyoruz. Bizim için üniversitelerde türbanın serbest bırakılması, Türk toplumundaki iki grup, yani türbanın her yerde serbest olmasını isteyen grupla varolan uygulamanın değişmesini istemeyen grup arasında uzlaşmanın sağlandığı anlamına gelecekti. Çünkü bu uzlaşma iki şeyin göstergesi olacaktı: Birincisi; laik sisteme ilişkin herhangi bir kayıp yaşamadan değişimin olabileceğini görecekti insanlar. İkincisi, AKP de kendi limitleri olduğunu görecekti. Yani onlar da anlayacaktı ki, üniversitelerde türban serbest, ama bunun ötesi yok. Tabii eğer bu uzlaşma sağlanabilseydi… 

Ama böyle bir konsensüs için Türkiye’de sadece laikliğin değil, türbanın da tartışılabiliyor olması gerekiyor mu sizce? Gerçek liberal ve özgürlükçü düşünce bunu gerektirmez mi?
Evet, ama bence zaten bu iki grupta da aslında çoğunluk bu konuların tartışılmasını istiyor. Türbanın ya da laikliğin tartışılmasını istemeyenler her iki grubun da ekstremleri. Önemli olan bu iki gruptaki ılımlı çoğunluklar arasında bir uzlaşma sağlanması. Ben Türkiye’nin aslında bu değişime hazır olduğunu düşünüyorum. 
 
TÜRKİYE’DE İSLAMİSTLER YÜZDE 10’U GEÇMEZ
 
Mesele dönüp dolaşıp türbana geliyor, oysa laiklerin asıl sorunu türban değil, dini referans alan bir hayat anlayışının gün geçtikçe tüm alanlara yayılıyor olması. Belki sizin de tam olarak anlamakta güçlük çektiğiniz bu: Din Avrupa’da bir kültür gibi algılanıyor, ama bir İslam ülkesinde hayatın kendisine eş.
Biliyorum. Bunu görüyorum. Gerçekten meselenin ileriye gidebileceğini düşünen insanların kaygılarını da anlıyorum. Ama şundan emin olabilirsiniz, eğer gerçekten Türkiye İslamlaşmaya giden bir sürece girerse laikler bizi hemen yanında bulacak, onlarla ben beraber olacağım, çünkü AB içinde İslamcı bir devletin yer alması mümkün değil.

Böyle bir durumda ne yapacaksınız mesela?
Hemen yapacağımız şey Türkiye’yle müzakerelerin durdurulması olur.

Ee ama bu daha korkunç değil mi?
Elbette böyle bir durum çok kötü olur. Ama gerçek şu ki, Türkiye’nin nasıl yönetileceği konusunda karar verecek olan yine Türk halkıdır. Bütün ülkeler kendi kaderlerini kendileri tayin eder. Fakat ben şundan da eminim, eğer Türkiye böyle bir süreç yüzünden AB’den izole edilirse, Türk halkı buna sebep olan bir partiyi desteklemeyecektir. Böyle bir partinin oy potansiyeli yüzde 10’u dahi geçmez.

Bu AKP’nin de istediği bir şey değil zaten, bundan hemen herkes emin. Ama geçenlerde bir İranlı kadın gazetecinin sözünü duymuşsunuzdur belki, “Nasıl geldiğini anlamadık” dedi.
İran’la Türkiye arasında derin farklar var. Galiba ben Türkiye’deki laiklik anlayışına Türkiye’deki laiklerden daha fazla güveniyorum. İran’da olanın Türkiye’de olması mümkün değil. İnşallah! (Bu son kelimeyi aynen söylüyor)

İnşallah, yalnız siz geçen yıl şehit ailelerini ziyaret ederken dediniz ki, “10 yıl önce PKK ile ilgili farklı düşünüyorduk, ama son yıllarda Madrid’de, Londra’da meydana gelen olaylar terörle ilgili algımızı değiştirdi.” Acaba bu konuda da sonradan yanılmışız deme olasılığınız var mıdır?
Şu anda edindiğim bilgiler ve gözlemlerim sonucunda böyle bir yanlış algılamanın olacağına inanmıyorum, buna ihtimal vermiyorum. Ben Türkiye’de laiklik analizimin doğru olduğuna inanıyorum. Bence bu tip korkularla paralize olmamak gerek. Katı laiklerin sorunu bu korkuların onları paralize etmiş olması.
 
BÜTÜN AKP’LİLER DEĞİŞMEDİ
 
Ya peki yine Rehn’in “Müslüman demokrat” lafı; bu lafın Avrupa’da bir karşılığı var mı?
Orada şöyle bir mesele var: Avrupa’da insanlara AKP’nin ne olduğunu anlatmaya çalıştığımız zaman en kolay yol “Hıristiyan demokrat” kelimesinden yola çıkarak, Hıristiyan kelimesini Müslüman kelimesiyle değiştirmek oluyor. Bu anlatımı kolaylaştırmak için kullanılan bir söz, ama meselenin özüne indiğimizde daha karmaşık olduğunu görüyoruz. Öncelikle AKP kendisini “Müslüman demokrat” bir parti olarak görmüyor. Ayrıca Müslüman demokrat partiler eski gelenekten geliyorlar. Oysa AKP yeni bir hareket. Ben mesela Hollandalılara AKP’yi anlatırken “Hollanda Hıristiyan demokrat partisi gibi, fakat biraz Hıristiyan Birlik Partisi’nin de çizgisi var” diyorum.

Daha mı din endeksli bir parti HBP?
Evet, çünkü Refah’la AKP farklı hareketler, fakat Refah’tan AKP’ye geçen herkesin de değiştiğini söyleyemeyiz. Ama benim için açık olan şu ki AKP’ninRefah’tan daha farklı hedefleri var.
 
VOLKAN VURAL 14 MART TESPİTİNDE HAKLI
 
Geçen hafta söyleşi yaptığımız Eski AB Genel Sekreteri Volkan Vural dedi ki “Tam AB’nin AKP’ye karşı kuşkuları oluşmaya başlamıştı, 14 Mart’ta kapatma davası açıldı ve AB’nin önceliği değişti.” Bu doğru bir yorum mu; gerçekten AB’de böyle bir hava var mıydı?
Volkan Vural doğru bir yorum yapıyor, çünkü Avrupa’dakileri endişelendiren iki ana gelişme olmuştu. Birincisi, seçimleri bu kadar yüksek bir oyla kazanan AKP’nin geniş bir reform paketi gerçekleştirmesini bekliyorduk. Ama bunu yapmadılar. İkincisi de türban meselesi. Hayal kırıklığının üzerine türban konusunda takındıkları tavır tuz biber oldu. Ve Şubat-Mart’ta Avrupa içinde AKP daha fazla tartışılmaya başlandı. İnsanlar “AKP ne yapmak istiyor” diye sormaya başladı. Ancak birden bire gündem, Savcının iddianamesiyle beraber değişti. 

Bu üç çocuk meselesi şüphe yarattı mı?
Bence çok zekice bir öneri değil bu, ama İslamileşmeyle ilgili olarak algılamadık. Bu daha çok muhafazakâr bir öneri. Tıpkı İtalya’da, Polonya’da olduğu gibi…
 
BARROSO’NUN SÖZÜ DOĞRU MU, BİLMİYORUM
 
Barrosso TBMM’de yaptığı konuşmada, “Türban konusunda AB kriteri yoktur, her kadının inancı, görüşü ne olursa olsun kendi özgür seçimini yapabilmesi esastır” dedi. Siz de Barosso gibi düşünüyor musunuz; Türkiye’deki kadınların hepsi özgür iradeleriyle mi kapanıyorlar sizce?
Bilmiyorum. Aslında bu bizim AB içerisinde de sürdürdüğümüz bir tartışma. Ama bana göre iki grup da var. Yani kendi iradesiyle kapanan kadınlar da var, ailesinin ya da sosyal baskının baskısıyla kapanmak durumunda kalan kadınlar da… Fakat bunun kesin cevabını ben bilmiyorum. Ama bütün kadınların bunu baskı altında yaptıklarına dair kesin yargıya da karşıyız. “Zorlama olduğuna göre biz buna izin vermemeliyiz” gibi çıkarımda bulunamayız.

Belki hepsinin değil, ama pek çok kadının ilk örtünme sebebinin çevre olması “Bir dakika, burada bir olay var” dedirtmiyor mu size?
Pek çok olduğunu nasıl belirleyeceksiniz ki? 

Şu anda Türkiye’nin iki first lady’si var ve her ikisinin de örtünmeye başlama sebepleri ya ağabeyi ya da eşi, yani bir erkek. Şu anda örtünmeyi gönülden sürdürdüklerine eminiz, bunda da bir sorun yok, ama başlangıç kendi inisiyatifleriyle değil. Bu size Anadolu’nun bir köyünde veya bir varoşta bir kadının neler yaşadığını hayal ettirmiyor mu?
Tabiî ki benim için çok zor bir şey değil bunu hayal etmek, ama benim için bu kızların türbanlarıyla üniversiteye girmeleri, bu sosyal baskıdan uzaklaşabilmeleri için bir yol. Önemli olan bu benim için. 
 
BENİM GÖREVİM ELEŞTİRMEK
 
Deniyor ki, “Zaten gerilim yüklü bir ortam var, Barosso, Rehn ve Lagendijk’ın son iki aydır yaptıkları açıklamalarla bu gerilim daha da artıyor.” Şimdi kusura bakmayın, ama eleştirilerinizin Türkiye’de gerçekten bir işe yaradığına siz de inanıyor musunuz?
İnanıyorum, çünkü ben asıl Türkiye’deki gelişmelere kayıtsız kalıp hiç eleştirmezsem görevimi yapmamışım demektir. Bu eleştirileri yapmak benim kendi görevim. Aynı şey Rehn için de geçerli. Eğer susarsak zaten o zaman biz eleştiriliriz. 
 
AB’DEKİ ÇEVRELER İLHAN SELÇUK’U TANIMIYOR
 
Bir de malum İlhan Selçuk meselesi var.
Ben kişisel olarak o olaya tepki gösterdim. Özellikle sabah dörtte alınması, çok fazla güç gösterisi yapılmasıydı. Ama doğru, AB ve Komisyon bu konuda herhangi bir tepki göstermedi.

Ya özel hayatına ilişkin bütün telefon konuşmalarının soruşturma dosyasına konması ve basına sızdırılması? Bu Avrupa normlarına uyuyor mu?
Evet, haklısınız. Onun da olmaması gerekiyordu. Ama bu meseleler bir taraftan da çok fazla Türkiye’nin iç meseleleri. Yani ben daha önce İlhan Selçuk’u hiç tanımadım, AB çevrelerinde de çok fazla tanındığını da söyleyemem. Türkiye’de her gün olup bitenlere tepki göstermemiz de çok mümkün değil. Hani telefonun arkasında oturup Türkiye’de en ufak bir şey olduğu zaman buna tepki göstermemin beklenmesi doğru değil. 

Ama o zaman şöyle bir şey olmuyor mu: AB sadece kendi arkadaşlarının dertleriyle ilgileniyor ve dolayısıyla çifte standart yapıyor?.. Ayrıca bahsettiğimiz isim de Türkiye’de çok tanınan bir yazar…
Benim problemim de şu ki; yani öbür taraftan da baktığınızda İslamcılar da bana diyorlar ki, her zaman batıya daha yakın olan isimlerle, Elif Şafak gibi, Orhan Pamuk gibi insanların davalarına daha fazla ilgi gösteriyorsunuz. Ama Abdurrahman Dilipak ile ilgili herhangi bir dava söz konusu olduğunda tepki göstermiyorsunuz. Ayrıca bir taraftan da şöyle bir konu var; bu İlhan Selçuk meselesiyle ilgili neden tepki göstermediğimi, neden müdahalede bulunmadığımı soran insanlar, aslında beni daha önce bu davalarda, diğer konularda Türkiye’nin iç işlerine müdahale etmekle suçlayan insanlar. Yani herkes benden kendi davalarıyla ilgili reaksiyon göstermemi bekliyor. 

Galiba objektif olduğunuza ilişkin bir kuşku var?..
Biliyorum. (Gülüyor)
 
OKTAY EKŞİ VE SEDAT ERGİN KRİTERİ
 
İzmir’de “CHP’den utanıyoruz” demediğiniz halde bunun nasıl yayınlandığını araştırdınız mı, tekzip gönderdiniz mi?
Hayır, bunu ilk kim, nasıl bu şekilde yazdı, bilmiyorum, ama bu sözler basında Cumartesi günü yer aldı ve ben de hemen ertesi gün, yani Pazar günü DHA’ya verdiğim röportajda bu sözlerin doğru olmadığını, yanlış aksettirildiğini söyledim. Daha sonra da Oktay Ekşi’ye bir açıklama gönderdim. O da kısaltarak kendi köşesinde yayınladı.

Açıklamanızı göndermek için Oktay Ekşi’yi seçmenizin sebebi nedir?
Evet, Oktay Ekşi beni eleştiriyor, ama argümanları var, konuya ciddi yaklaşıyor. Bazıları gibi hakaret etmiyor ya da maddi hatalar yapmıyor. Aslına bakarsanız son birkaç ay içinde yapılan röportajlarla ya da sözlerimin basında yer alış biçimiyle ilgili oldukça kötü tecrübelerim oldu. Herkes sözlerimi kendine göre çekiyor. Biri bir tarafından, diğeri öbür tarafından... Oysa ben söylediklerimin herhangi bir tarafa çekilmeden yansıtılmasına özellikle bu dönemde büyük önem veriyorum. (Şimdi okuyacağınız yorumu aslında Milliyet’te yazıyor olmak zor, ama doğrusu söylenmemiş saymak da gereksiz. Ayrıca Lagendijk’ın bakış açısını ve kaygısını yansıtıyor. O nedenle aynen yayınlıyoruz) Son günlerde birçok röportaj talebi olmasına rağmen Milliyet’e konuşmayı tercih ettim. Milliyet, “ılımlı laik”. (Gülüyor) Şaka bir yana, Sedat Ergin gerçekten şu anda Türkiye için önemli bir şey yapıyor; yani demokrasiyi de laikliği de gazetede eşit bir şekilde birleştirmeye çalışıyor, AB haberlerine her zaman yer veriyor. Bunlar benim için önemli birer güven sebebi. 
 
İSTANBUL’DA HOCA OLABİLİR
 
Joost Lagendijk’ın görev süresinin dolmasına bir yıl var. “Ama sevinmeyin, yine beraber olabiliriz” diyen Parlamenter’in aklından geçen, Türkiye’nin AB sürecini yakından izlemeye devam edebileceği bir iş. Bu bir düşünce kuruluşunda çalışmak da olabilir, İstanbul’da hocalık da… Zaten şimdiden birtakım üniversitelerden teklifler alan Lagendijk, “AKP’den milletvekili olacağı” esprisi hatırlatılınca ise “Bu çok kötü bir şaka. Size elimi kalbimin üzerine koyarak söyleyebilirim ki, böyle bir şey asla olmayacak” diyor.
 
İLK SEVDİĞİ TÜRK LİVANELİ
 
Lagendijk futbola tutkuya bağlı. Uzun yıllar sıkı bir defans oyuncusuymuş. Zaten bu yüzden iki dizi ameliyatlı. Takip ettiği iki takımı var: Feyenoord Rotterdam ve Fenerbahçe. Futboldan sonraki ikinci tutkusu müzik. Özellikle İngiliz pop müziği ve otantik dünya müzikleri… Türkiye’den ilk sevdiği isim 1980’lerde Zülfü Livaneli olmuş. Bu aralar dinlediği Türk ise Mercan Dede. Ve tabii tartışmasız en sevdiği Türk de gazeteci eşi Nevin Sungur.