Siyaset Tarihi öne çekebiliriz

Tarihi öne çekebiliriz

16.12.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Tarihi öne çekebiliriz

Tarihi öne çekebiliriz



Tarihi öne çekebiliriz


Türkiye ile müzakereler ne zaman başlayacak? Hangi ay, hangi yıl? İki yıl daha bekleyelim ama AB yine ‘pardon’ derse ne olacak?
Kopenhag’da alınan bağlayıcı bir karardır. Bir tavsiye değildir. Konsey’in kararıdır. Topluluğun Türkiye ile ilgili müktesebatı haline gelmiştir. AB’nin bir tanımı da hukuk bütünü olmasıdır. Müktesabat denilen şey aslında topluluğun kendisidir. Üyelik de bu müktesebatın üstlenilmesinden geçer. Pardon, ‘sizi alamıyoruz, vazgeçtik’ dediği anda hukuki sorumluluk başlar. Götürürsünüz Adalet Divanı’na topluluğu mahkemeye verirsiniz.

2004 bu anlamda bağlayıcı...
Tereddütsüz öyle. Aksini yapın. Siz Kopenhag siyasi kriterlerini tümüyle yerine getirip 2003 Ekim raporunda tescil ettirin, o iradeyi gösterin 2004 Mayısı’ndan önce müzakereye başlarsınız. Bunlar Türkiye’ye bağlı. Artık geriye dönüşü olmayan yola girilmiştir sözünden kasıt budur.

2004’te Ege nedeniyle Lahey’e gidilmesi sorun yaratmayacak mı? Yunanistan bunu kullanır deniyor.
Buna inanmıyorum. Kopenhag ertesi dönemde Türkiye’nin şuna karar vermesi lazım: ‘Ortaksam ortak gibi hareket edeceğim.’ Kıbrıs’tan Ege’ye, AGSP’ye sorunlarınızı çözerek AB’ye gireceksiniz. Ege sorunları ana parametreyle halledilmiş durumdadır. Bunlar Türkiye’nin AB süreciyle daha rahat çözüme kavuşturulabilir.

LAHEY’DEN KAÇIŞ YOK
Lahey engellemez...
Günün birinde Lahey zaten karşımıza çıkacak. Kaçış yok. Karara dönersek... Kopenhag’da ‘geciktirmeden’ sözcüğü kullanılmıştır. ‘Şunu da hallet öyle gel’ diye bir şey yok.

Kıbrıs’ı alırken, sorunları çözüp gelin denilmedi.
O kendi kendimize yarattığımız bir hayaldi.

Helsinki’de yok mu?
Güney Kıbrıs’ın üye olacağını Helsinki’den beri biliyorduk. 1999’dan bu yana geçen sürede topluluk bunun aksinin işaretini vermedi. Dilimizde tüy bitti, ‘Kardeşim bu iş olacak Kıbrıs’ta ona göre hareket edelim’. Onun için şimdi ‘hayret’ nidaları duymak beni güldürüyor. Günaydın! Önceki iktidarların Kıbrıs’ı çözme iradesi yoktu: KKTC zaten bunu istemiyor. İlk kez AKP iktidarı, Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün çözüm olmadığını söylüyor. Artık çözümsüzlüğün sürdürülmesine imkan yok. Pandora’nın kutusu açıldı.

KIBRISLI İÇİN ÜZGÜNÜM
28 Şubat’a kadar çözülecek mi?
Kıbrıs Türk halkına üzülüyorum, önemli bir fırsat kaçtı. Bundan sonra Kıbrıs Rum kesiminin aynı heyecanda olmasını beklemek saflık olur. Annan kağıdı belli müzakerelerle Kopenhag’da imzalansaydı, KKTC bir resmi oyuncu olarak sahneye çıkacaktı. Resme girmenin en önemli tanınma şekli olduğuna inanıyorum. Başka bir açı da şudur: Türkiye Kopenhag’a bir paketle gitti, zirveden paketsiz çıktı. AGSP halledildi NATO’da, Kıbrıs 28 Şubat’a bırakıldı. Konular bağımsızlaştırıldı. Siz 2004’te tarih almak istiyorsanız bunu kendi mecrasında ele alacaksınız. ‘Yok Kıbrıs’ı kaldıraç kullanalım, AGSP’yi bloke edelim, ABD’yi devreye sokalım, bunlar bitti.’ Türkiye çıplak gerçekle karşı karşıya kaldı.

Türkiye tam üye olacak mı? Ne zaman?
Ankara’da AB’yi samimi bulmayan bir çevre var. ‘Bizi almazlar’ lobisi harekete geçecek. Hadi ‘Yarın tam üye oluyorsunuz’ denilse bu grup yine tatmin olmayacak. Dahası siyasi iradeyle kurumsal rezisdansın önümüzdeki dönemde belirli sınamalara gireceğini göreceğiz. Siyasi irade AB yolunda ilerleyebilmek için sistemi zorlayacak. Sistem de bu adımların niye atılmaması gerektiğini anlatacak. Hükümet bürokrasinin esiri olmazsa Türkiye AB’ye Bulgaristan ve Romanya ile eş zamanlı üye olabilir. Uzun seneler almaz.

Tarihi öne çekebiliriz
Türkiye, NATO’da, AGSP’de, Gümrük Birliği’nde AB içinde ama bir türlü siyasi birlikteliğe giremiyor. Neden?
O Avrupa Birliği’nin kendi hastalığı. AB üç temelden oluşuyor. Ekonomik birlik, ortak dış politika ve savunma politikası, içişleri ve adalet. Bunlardan bir tek parasal birlik devletler üstüdür. Bugün siyasi olarak AB bir cücedir. Aslında Türkiye Helsinki’den bu yana hızla yol aldı. 3 Ağustos’ta Meclis’te mucize yaratıldı. Anayasa’nın 32 maddesini değiştiren hükümet bunu bir mahcubiyet duygusu içinde anlatamadı.

İMKANSIZI BAŞARDIK
Ağustos 2002’de Meclis’in giderayak çıkardığı paket tarihi önemdeydi. Ölüm cezasının kaldırılması, anadilde eğitim, kültürel haklar...
İnanılmaz bir olay. Bunların hepsi çok etkileyici. 3 Kasım’da seçim yapıldı ve yeni bir hükümetle Kopenhag’a gelindi. AB bu kadar şoka hazır değildi. İki taraf da şaşkın ve hazırlıksızdı.

Erdoğan’ın AB turu da geniş yankı uyandırdı, Almanya gezisinde şöyle bir hava çıktı: ‘Hepsi tamam Schröder direniyor.’ Bu direnç neydi?
Avrupalıları suçlarız, Türkiye’yi tanımıyorlar diye. Bizde de durum aynıdır. Özellikle yönetici elitimizin AB hakkında fikri yoktur. Ulus devletin klasik yöntemleriyle Avrupa ile ilişki kuramazsınız. AKP bir süre iktidar olmanın şaşkınlığını yaşadı. Ankara’daki yerleşik düzen reaksiyon gösterdi. Dışişleri’nden ‘Dış politika devlet politikasıdır’ türü açıklamalar yapıldı. Burada yarattığınız model şu: Bir seçilmiş Meclis var, bir hükümet var, bir de ‘devlet var’. Bu devlet Türkiye’yi yönetiyor, ötekiler de göstermelik. AKP’ye daha ilk günden ‘iktidarın sınırları’ hatırlatıldı. Bu zaten olayın çelişkisi. İktidarın sınırları, seçilmiş hükümetlerin icraatlarıdır.
AB konusunda da AKP hızlı bir başlangıç yaptı. Uçaktan inmeyen parti lideri en üst düzeyde kabul görüyor, mesajları veriyor. Ondan sonra deneyimsizlik gözlendi. Üslup bozuldu, yanlış hesaplar ortaya çıktı. ABD’nin Avrupa üzerindeki etkisi abartıldı. Clinton’la Bush dönemi farklı.

Fark nedir?
Clinton demokrat, Bush tam bir kovboy zihniyetine sahip cumhuriyetçi. Avrupa ile ABD’nin zıt yaklaşımlar sergilediği bir dönemden geçiliyor. ABD’nin telkininin ağırlığı yoktur demiyorum, ama ölçüsü vardır. Bir noktayı geçtiğinizde ters teper. Üslup dışında Erdoğan’ın AB atağı yerindeydi.

TEPKİ TERS TEPER
Turgut Özal da ABD gücünü arkasına almayı severdi.
Özal yine aynı şeyi yapardı. Bizde yerleşik önyargı var. Zannederiz ki, biraz bağırdığınızda sonuç alırsınız. AB’ye ‘Sizlerden biri olacağım’ deyip, Almanya ile Fransa’ya ambargo tehdidi yaparsanız ters teper. Gereksiz hırçınlıklar tam optimizasyon sağlanmasını engelledi.

Almanya ve Fransa liderleri, Berlin’de oturup 1 Temmuz 2005 takvimi yaptılar. Siz Schröder’le görüştüğünüzde durum neydi?
Ziyaretimiz sırasında Schröder kendi iç sorunlarına değindi. Avrupa kamuoyunun Türkiye için hazır olmadığını ama Kopenhag’da elinden geleni yapacağını söyledi. Fransa ve Almanya’yı dışlayarak Avrupa Birliği’ne üyelik mümkün mü? Dışişleri de bu hatayı yaptı. Oysa AB’de ‘topluluk dayanışması’ diye bir ilke var. Bunu bölmeye çalışan bir diplomasi yapılması hataydı.

Avrupa’nın hiç mi kusuru yok?
Olmaz olur mu? 1999’da Helsinki’de Türkiye’ye adaylık perspektifi verilmesine rağmen Avrupa, üç yıldır kendi kamuoylarını bu üyeliğe alıştırmak için hiçbir şey yapmadı. Bizi eleştiriyorlar ama kendileri parmaklarını bile oynatmadılar. Türkiye, gerçekten ‘büyük lokma’, Doğu’ya doğru genişlemenin ekonomik sıkıntılarını yaşayan Avrupa halkları buna alıştırılmalıydı.

YILMAZ ÇOK BASTIRDI
Mesut Yılmaz’a haksızlık yapmayalım, ağustos reformunun Meclis’ten geçmesi için çok bastırdı ve 2004’te 10 yeni üyeyle genişleme olmadan Türkiye’nin AB’den müzakere takvimi alamazsa ‘trenin kaçacağını’ her fırsatta yineledi.
Doğru. Hükümet karar alıyordu ama inandırıcılığı sıfırdı. Şu tarihte tarih alacağız deme noktasında değildi. 3 Kasım seçimleri AKP’ye bu şansı tanıdı.

OLAY RAYINA OTURDU
Müzakere takvimini yine alamadık!
Her şeye rağmen sonuç tatmin edici. En karmaşık dönemde alınmış bir karardan söz ediyoruz. AB zaten tarih vermez. Tarih talep edilir. ‘Siyasi koşulları yerine getirdim, müzakerelere başlayalım.’ Bizim yaptığımız ‘Bana bir tarih ver ki, Kopenhag kriterlerini yerine getireyim’. AB’nin yaptığı olayı rayına oturtmaktı. ‘Paşam, 2004 sonuna kadar hazırlıklarını tamamlarsan, aralıkta karar alıp, geciktirmeden müzakerelere başlayacağım’ diyor. Bundan daha somut bir karar olamazdı.

Bir diplomat olarak 15 yıl sonra Kopenhag’da gelinen aşamayı nasıl buluyorsunuz?
1980’lerde 12 Eylül askeri darbesinden ötürü AB ilişkilerinin dondurulduğunu görürüz. Özal döneminde Avrupa Topluluğu ile ilişkilerin geliştirilmesi süreci başlamıştı. 1987 yılındaki başvuruyla Türkiye, Avrupalı bir devlet olarak adaylık hakkını tescil ettiriyordu.

Müzakere tarihi beklerken, 2004 Aralık randevusu çıktı...
Türkiye AB ilişkisi sancılıdır. Verilerden çok hislere dayalıdır. 1987’den itibaren Türkiye ‘adım adımcılık’ politikasına girdi. Bunun sonucu 1995’te Gümrük Birliği oldu.

ZARAR GETİRMEDİ
Gümrük Birliği’nin Türkiye’ye 50 milyar dolara patladığı söylenir.
Tam bir aldatmaca. Dış ticaret açığı değişmemiştir. Hacim arttığı için açık büyük gözükmekte ancak ihracat da arttığı için oran Türkiye aleyhine değildir. Başarısızlığı yabancı sermaye yatırımlarını çekemeyişinde olmuştur ama bunda da suç makro ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkta aranmalıdır. Gümrük Birliği’ne gidilmeseydi, AB’den takvim alamazdık.