Hepimiz ‘Deliyiz’ diyebilmek

Haberin Devamı

İbrahim Üzülmez-Yıldırım Demirören ‘ortak basın toplantısı’nda şizofreninin zirve yaptığı bölümler trajediye ağır basıyordu. İşte küçük bir ‘şizoaranjman’.
“Bu kararla kazanan olmadı. Kaybeden Beşiktaş, Türk futbolu ve İbrahim oldu”.
Herkesin kaybettiği bir duruma razı olan başkan, nereyi yönetiyor acaba? ‘Herkes kaybediyorsa yönetim yoktur’ dersek yanlış mı olur? En azından dilinden düşürmediği “Beşiktaş duruşu kazandı’ diyebilseydi bari!
“Ben bir oğlumu kaybettim, yönetim kurulu oğlunu kaybetti”.
Sözleşme feshine yönetimden bir tek Mete Düren’in karşı çıktığını okuduk. Hal böyleyse duru iktidarını kuvvetlendirmek için ‘oğlunu kesen baba’ figürünü çağrıştırmıyor mu? Dökülenin ‘timsah gözyaşı’ olduğu, başkanın gülümseyen ifadelerinin arasından akmıyor muydu sizce?
“Bu toplantı Türk spor tarihinde ilk. Demokratik bir ortamda futbolcu veda ediyor”.
Hükmü kesilmiş kurbanın boynunu giyotine koyarken cellatlardan birinin ona gözcülük etmesi demokrasiyse, birileri bu demokrasiyi yanlış anlamış. Ya da hiç anlamamış. Öyle ya, “Benden sonra koltuk ‘küçük Cemal’in” diyebilmek ve buna yönetim kurulunun ve o ‘çok değerli Beşiktaş camiasının topluca gönül indiriyor olması, demokratik yapılarda sıklıkla görülen durumlar değildir. Herhalde özgün bir ‘Beşiktaş demokrasisi’ söz konusu...
“Yıldızlarımızı çağırdım ve ‘Bu hareketi siz de yapsanız aynı kararı alırdım’ dedim”.
Başkan Demirören, Üzülmez’in sözleşmesinin Schuster’in raporunun ardından yönetim kurulu kararıyla alındığını belirtiyordu konuşmanın başında. Ancak sonra ‘biz’ olan ‘birinci çoğul şahıs kipi’, ‘çağırdım’, ‘alırdım’ diyen ‘birinci tekil şahıs kipine dönüştü. Bizim de kafamız karıştı ‘yönetim kurulu’yla ilgili. Acaba hangisi doğru, ‘biz’ mi, ‘ben’ mi?
“Ortaya edilen bir küfür var. İbrahim Üzülmez kendi üzerine alınmış olabilir.” (İbrahim Toraman’ın ettiği iddia edilen küfür üzerine). Toraman ‘ortaya’ küfür etmişse eğer, bu da bir cezayı gerektirmiyor mu? Cezanın verilmemesinde Toraman, Schuster, Portekizli futbolcular, Guti ve takımdaki diğer bazı futbolcuların aynı menajerin oyuncuları olmasının etkisi olabilir mi diye de düşünmeden edemiyor insan! Öyle ya, burası Türkiye ‘ahbap-çavuş ilişkilerinin anavatanı’ ne de olsa...
Neresinden bakarsak bakalım, hayatımızın iktidar gücünü elinde tutanların iki dudağının arasında olması trajik... “Dünyayı güzellik kurtaracak bir insanı sevmekle başlayacak herşey” diyebilmek ve insanları sevmeye önümüzde canını dişine takıp ‘deli’ gibi koşan İbrahim Üzülmez’le bir kere daha ve yeniden başlamak Ve hep bir ağızdan “Hepimiz ‘deli’yiz” diyebilmek.

Pardon! O kim?
Arsenal-Barcelona maçınının büyük bölümünü kusura bakmasın ama ‘yorumcu’ Hikmet Karaman yüzünden ‘sessiz’ izledim. 20. dakikaların ortalarına doğru Arsenal müdafaasını Beşiktaş müdafaasıyla kıyaslamaya kalkınca “Yeter ama” diyerek sesi iki çıt kıstım. 35’lere doğru “Arshavin girmeli” türünden sayıklamalar başlayınca iki çıt daha... Barcelona’yı öveyim derken Arsenal’i alttan alta bir amatör takım yerine koymaya başlayınca da ‘volume’ü sıfıra getirdim. İnşallah birileri Arsene Wenger’in kulağına “Dün akşam Türkiye’de birileri sizinle makara geçti” diye fısıldamaz. Nedenini sorup da, “Hikmet Karaman yüzünden” yanıtını aldığında “Pardon! O kim?” diyeceğinden adım gibi eminim...


Bilimin ‘çiğnenen onuru’ (2)
Hacettepe Doping Merkezi’nin eski Fenerbahçeli basketbolcu Taurasi ve başka iki sporcuyla ilgili doping raporlarını geri çekmesinin ardından “Bilimin çiğnenen onuru” başlıklı yazıma istinaden o kadar çok mail aldım ki...
Bir an kendimi “çok okunan yazarlar” listesinde sanmadım desem yalan olur! Çoğu “Özür dilemeyi düşünüyor musunuz?” diye soruyordu. Bazıları ‘dinozor bilim adamları’ndan söz ediyor ve ne yazacağımı merak ediyordu, çok az sayıdaki mail de ise “şimdi utan fanatik” deniyordu.
Zamanımızda ‘olumsuz’luk da şöhret getiriyor malum... Şöhret değilse de tanınır kılıyor insanı. Ama biz, bir yere girdiğinde hâlâ elleri terleyip yüzü kızaran taşralı işçi/memur çocukları kolay alışamıyoruz ‘olumsuz tanınırlığa...’
O nedenle ‘şöhret heyecanı’na kapılmak yerine ne yazdığımı dönüp birkaç kere daha ağır ağır okudum. Doğrusu yazı yine bana hiç fena gelmedi!
Önce bu tip tartışmalarla ‘bilimin itibarsızlaştırılmaya’ çalışıldığından dem vurmuşum ve ardından gayet basit ve anlaşılır bir soru sormuşum; “Bir bilim adamı Fenerbahçe’ye neden garez gütsün, diş bilesin ki?”
Sanıyorum bu soruya kimse “Fenerbahçe düşmanları da onun için” diye yanıt veremez. Çünkü o zaman, Gençlerbirliği oyuncusu Orhan Şam, Ceyhan Belediyeli Monique Coker, Karssporlu Ali Mesut ya da daha ileri gidip Süreyya Ayhan için haklı bir neden bulmak hayli zorlaşır.
Ve yazıda devam edip, anası babası hasta olduğunda bir profesöre muayene ettirebilmek için ellik fellik torpil arayanların, iş takımdaşlığa gelince kolaylıkla bilim adamına düşman kesilebildiğinden söz etmişim.
Bilimi ve bilimsel tavrı savunmanın önemi gelinen nokta da bir kere daha ortaya çıkmış olmuyor mu sizce? Şimdi sorsam, “Numunelerin yanlış yöntemlerle alınmış olduğunu ve buna bağlı olarak yanlış sonuçlara varıldığını tespit eden kimdir” diye... Yanıtınız “Bilim adamı” olmayacak mıdır?
Elbette bilimin bir ‘kutsal inek’ olduğunu savunacak değilim. Ancak bilimsel tartışmaları veriler, referanslar ve metinler üzerinden yapmak yerine ‘biz’ ve ‘düşmanlarımız’ ikilemi içine hapsetmek nafile bir çabadır. Böyle durumlarda sonuçlar kısa vadede lehimize ve rahatlatıcı gibi görünse de tartışmayı bu eksende yürütmek hem doğru düşünme refleksimize hem ‘hep birlikte daha iyi bir dünya kurma umudu’muza zarar verir.
Bu bağlamda, yazdığımın “Bir Beşiktaşlı fanatiğin hezeyanları” olmasından öte bu hayat içerisinde oyunun etrafına kümelenmiş hepimizin tam da savunması gereken bir nokta olduğunda hâlâ ısrarlıyım.
Kendi adıma o yazıda herhangi birini ya da kurumu rencide ederek ‘özür dilemem’ gereken bir duruma neden olduğumu düşünmüyorum. Ancak öte yandan da, bu kadar mail karşısında “Herşeyi de doğru düşünüyor olamam. Başkaları da meseleye başka yerden bakıyorlar ve haklı olabilirler” demeden de edemiyorum. O nedenle bunu hayli geliştirici bir tartışma olarak zaman zaman devam ettirmeyi öneriyorum.
Fenerbahçe’nin kayıplarına gelince... Hayatta olduğu gibi oyunda da bazı ‘haksız kayıp’lar geri getirilemez. Ama neyse ki bu ‘can kaybı’ değil ‘hak kaybı.’ Ve elbette Fenerbahçe yönetiminin hukuk kurulu da gerekeni yapacaktır. Tazminatsa tazminat, cezaysa ceza!.. Sorumlu olanlar cezalandırılmayacak, mağdur edilen hakkını alamayacaksa hukuka ne gerek!