Arkeoloji Osmanlı’da “sagir” olmak

Osmanlı’da “sagir” olmak

24.04.2023 - 05:16 | Son Güncellenme:

Osmanlı’da yaygın olarak “sagir” kelimesi ile tanımlanan çocuklar için “mektep eğitimi” beş-altı yaşında başlardı. Erkek çocukların hem para kazanmak hem de meslek öğrenmek için çocuk yaşta çalışmaları çok yaygındı.

Osmanlı’da “sagir” olmak

*Bu metin Prof. Dr. Yahya Araz’ın, Antik Çağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul adlı web sitesinde yayınlanan makalesinden özetlenmiştir.

Haberin Devamı

İslam-Osmanlı hukukunun çocuklukla ilgili kapsamlı hükümleri, imparatorluğun tümünde çocuk ve çocukluğa dair ortak bir algı ve dilin oluşmasını sağlamıştır. Osmanlı toplumunda çocuklar, Arapça kökenli bir sözcük olan “sagîr/e” (küçük) olarak tanımlanıyordu. Bütün çocukluk dönemini kapsayacak şekilde yaygın olarak kullanılan bu sözcüğe, çocukluğun belli dönemlerini anlatan zengin bir söz dağarcığı eşlik ediyordu. Çocukluğun anneye daha bağımlı, eve dönük erken dönemleri “Sabi/ye” (küçük çocuk), “oğlancık” ve “uşak” gibi sözcüklerle ifade edilirdi. “Murahık/a” (ergenlik dönemine yaklaşmış), “mümeyyiz/e” (iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı ayıracak durumda olan), “emred” (ergenlik çağına gelmemiş), “şabb-ı emred” (bıyığı, sakalı henüz çıkmış delikanlı) gibi tanımlamalar ise yetişkinliğe geçiş aşamasındaki çocukları tanımlamak için kullanılıyordu. Kelimelere yansıyan bu ayrım, İslam hukukunun çocuklukla ilgili tasnifine uygun düşüyordu. Buna göre, çocukluk iki ana döneme ayrılıyordu: Doğumu takip eden ilk yedi yaş, çocukluğun “gayrimümeyyiz” dönemini oluşturuyordu. Çocukların bu yaş aralığında iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı birbirinden ayırabilecek ve kendilerine bakabilecek fiziksel ve zihinsel olgunluğa sahip olmadıkları düşünülüyordu. Takip eden ve yetişkinliğe kadar süren dönem ise çocukluğun “mümeyyiz” dönemi olarak kabul ediliyordu. Çocuklar, bu dönemde iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı birbirinden ayırabilecek yetileri kazanıyor; fiziksel, cinsel ve zihinsel gelişimlerine bağlı olarak kendi adlarına karar alabilecekleri yetişkinliğe hazırlanıyorlardı. Yaygın görüşe göre, âdet görmeye başlayan bir kız çocuğu, dokuz yaşını bitirdiğinde baliğa kabul edilirdi. Erkek çocukların baliğ kabul edilmeleri için alt yaş sınırı 12’ydi. Buluğa ermenin üst yaş sınırı ise her iki cinsiyet için 15 yaşının tamamlanması olarak kabul ediliyordu.

Haberin Devamı

Osmanlı’da “sagir” olmak

19. yüzyılın sonunda İstanbul’da çocuklar.

Çocukların sağlığı

Her dönemde olduğu gibi salgın hastalıklardan, yetersiz beslenmeden ve doğal afetlerden en başta çocuklar etkileniyordu. Sarayda doğan şehzade ve sultanların bile önemli kısmı bir yaşına varamadan ölüyordu. Çocukların hastalıklara direnmekte zorlanan nazik vücutları, hekimleri, onları hastalıklardan koruyabilecek çareler bulmaya yöneltmiştir. Bebeklerin doğar doğmaz tuzlanma âdeti, bu çabanın ürünlerinden biridir. Tuzlama, anne karnında havayla teması olmayan bebeklerin doğumdan sonra zarar görmesini önlemek ve vücutlarının direncini artırmak için yapılıyordu. Hekimler, başka gıdalardan ve sütlerden hastalık kapma riskine karşılık, bebeklerin anne sütüyle beslenmesinde ısrar ediyordu. Annenin olmadığı durumlarda bu işi, özenle seçilen bir sütanne yükleniyordu. İstanbul’da ücretle sütanne tutmaya ancak saray ve varlıklı ailelerin gücü yetiyordu. Yoksul ailelerin bebeklerine ise emzirme döneminde olan komşu ve akraba kadınlar kucak açıyordu. Gelenekler, çocukluk yıllarının şekillenmesinde önemli bir yere sahipti. Çocukların kırka basması, diş çıkarması, ilk saç kesimi, konuşmaya ve yürümeye başlamaları, erkeklerin sünnet edilmeleri komşuları bir araya getiren gelişmelerdi. Sünnet, genellikle altı-yedi yaşından sonra yapılırdı. Varlıklı aileler, kendi çocuklarıyla birlikte fakir çocukları da sünnet ettirmeyi hayır işleme vesilesi olarak görürdü. Çocuklar, böyle günlerde gezdirilir, hediyelerle şımartılırdı. Kimi çocuklar ebeveynlerinin birinden ya da her ikisinden mahrum büyüyordu. Ölümler ve boşanmalar; çocukların bakımı, büyütülmesi ve varsa mallarının korunmasıyla ilgili çeşitli sorunlara yol açıyordu. İslam hukuku bu konuda teferruatlı düzenlemeler öngörmüştür. Babanın yokluğunda çocuklara vasi olma sorumluluğu, dindarlık ve dürüstlük gibi kriterler de göz önünde bulundurularak, öncelik annelerde olmak üzere yakın akrabalara veriliyordu. Vasi olanlar, buluğ çağına kadar çocukların her türlü hakkını gözetmek ve korumakla yükümlüydü. Hukukçular, erken çocukluk döneminde duygusal ve fiziksel olarak annelere daha fazla ihtiyaç duyulduğunu düşünüyorlardı. Bu nedenle kadınlar, boşanma ya da eşlerini kaybetmeleri durumunda erkek çocuklarını yedi, kız çocuklarını ise dokuz yaşına kadar yanlarında tutma hakkına sahipti. Bu süre boyunca çocukların nafakaları babaları, onun yokluğunda diğer erkek akrabaları tarafından karşılanıyordu.

Haberin Devamı

Eğitim süreçleri

Haberin Devamı

Osmanlılar, çocukların eğitimi ve yetiştirilmesiyle ilgili her şeyi “terbiye” kelimesiyle ilişkilendirmişlerdir. Bu “sihirli” sözcükten temel olarak çocukların toplumsal yaşamda ihtiyaç duyacakları bilgiyi, beceriyi ve görgüyü edinmeleri anlaşılıyordu. Dinle ilgili ilk bilgileri, duaları ve doğru/yanlış kabul edilen davranışları öğretmek öncelikle annelerin sorumluluğundaydı. Varlıklı ailelerde sütanneler ve dadılar da anneye yardımcı olabiliyordu. Okul eğitimi beş-altı yaşında başlıyordu. Mektepler, camilerin içinde ya da hemen yanında bulunan bağımsız bir odada hizmet veriyordu. Bazı mektepler, sokakların birleştiği köşelerde üst katı derslik olarak kullanılan, iki katlı şirin binalara sahipti. Kurulmaları ve varlıklarını devam ettirmeleri hanedan mensupları ve varlıklı hayırseverlerin katkılarına bağlı olan mektepler, merkezî bir denetimden bağımsız olarak hizmet veriyordu. Zorunlu olmamasından dolayı çocukların mektebe kaç yaşında başladıkları ve kaç yıl devam ettikleri tam bilinmiyor. Ortak bir ders programı olmamakla birlikte tüm mektepler, çocukların Kuran’ı, temel fıkıh bilgilerini, namaz kılmayı ve Peygamber’in hayatını öğrenmelerini sağlıyordu. Yazının bazı mekteplerde öğretilmesine karşın ders programlarına girmesi Tanzimat’tan sonra gerçekleşmiştir. Dinî bilgileri öğrenmek konusunda kızlar ve erkekler arasında hiçbir ayırım gözetilmiyordu. Farklılık çeşitli sanat ve hünerleri öğrenmeye geldiğinde başlıyordu. Erkek çocukların yaşamlarını devam ettirebilecekleri bir mesleklerinin olması üzerinde ısrarla duruluyordu.

Haberin Devamı

Çocuk işçiler Birçok erkek çocuk, bir esnafın yanına çıraklığa veriliyordu. İstanbul’da ilk mektepleri zorunlu hâle getiren 1824 tarihli fermanda; ebeveynlerin beş-altı yaşındaki çocuklarını para kazanma gayesiyle mektepten alıp çıraklığa vermeleri sert bir şekilde kınanmıştır. Ancak buradaki tek amaç para kazanmak değildi. Meslek edindirecek kurumların yaygın olmadığı toplumsal yapıda, çıraklık bu işlevi yerine getiriyordu. Bu yüzden çocuk işçilerin sayısı, İstanbul gibi büyük kentlerin nüfusunda kayda değer bir yere sahipti. XIX. yüzyılın başlarında görülen “modernleşme süreci” toplumsal yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi çocukların yaşamında da değişimlere yol açtı. Bu süreç, imparatorluğun diğer coğrafyalarındaki çocuklardan önce İstanbullu çocukların yaşamlarını ve onlarla ilgili düşünceleri etkiledi. Modern okullar açıldı. Pedagojik çalışmalara başlandı, çocukların zihinsel gelişimlerine uygun kitapların yazılmasıyla çocuk edebiyatı ortaya çıktı. Bununla birlikte, modernleşme geçmişten kopuşa neden olmadı. Osmanlılar eski ve yeniyi birlikte var etmeye çalıştılar. Mesela çocuklara temizliği anlatırken, Hz. Muhammed’in “temizlik imandandır” hadisine göndermede bulunmaya devam ediyor ancak bunun yanında mendil taşımanın ve sabun kullanmanın medeniyetin bir icabı olduğunu vurguluyorlardı.

Elbette oyun da vardı!

Osmanlılar, insanın çocukluk dönemini oyunla tanımlıyorlardı. İstanbullu çocuklar sokaklarda oynuyor, Eyüp semtinde toplanan oyuncakçıların ürettiği oyuncaklarla vakit geçiriyorlardı. Oyuncakçılar, dükkânlarını göz alıcı bir şekilde süsleyerek çocukların ilgisini çekmeye çalışıyordu. Özellikle ramazan ayı çocukların sabırsızlıkla bekledikleri bir dönemdi. Bir taraftan büyüklerinden dinledikleri hikâye ve masallarla sözlü kültürün aktarıcısı oluyor diğer taraftan bu ay boyunca sokaklara daha fazla taşarak, türlü türlü oyunlar oynuyorlardı.