The Others Bağımsız savcı bağımsız mı?

Bağımsız savcı bağımsız mı?

31.01.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bağımsız savcı bağımsız mı?

Bağımsız savcı bağımsız mı

"Uçkurgate" Amerika'da hukuk devleti tartışması yarattı

Başkan Clinton'u tehdit eden seks skandalının en önemli boyutu, Amerikan yasalarında hükümet üyelerini soruşturan özel savcılığın yetkilerinin kapsamı. Financial Times gazetesi yazarı Gerard Baker, 29 Ocak tarihli yorumunda, Watergate'in mirası olan özel savcı uygulamasını irdeliyor.

ABD Başkanı Bill Clinton'a yöneltilen kişisel davranış suçlamalar, 25 yıl önce Watergate skandalı nedeniyle Amerikan toplumunun boğuştuğu bir sorunu yeniden gündeme getirdi. ABD'nin temel anayasal meselesi demokratik bir sistemde yürütme gücünün nasıl denetlenebileceği sorusudur.
Bir başka deyişle, yönetimin en üst kademedeki yetkililer kişisel davranışları için kamuya nasıl sorumlu kılınabilir?
Amerikan anayasası, aslında son derece gelişkin ve kapsamlı bir denetleme mekanizması sağlıyor. Bunun en aşikar bölümü, yürütme ile yasamanın, yönetim ile Kongre'nin arasındaki güçler ayrılığı. Ama başka mekanizmalar da var. Bunlardan en önemlisi, Watergate'in ardından uygulamaya girdi. Özel savcı kurumu yaratıldı. Özel savcının görevi, yürütme yani hükümet üyelerine yönelik suç iddialarını soruşturmak.
Başkan Clinton'la ilgili soruşturmanın sonucu ne olursa olsun, bu alandaki anayasal yaptırımların yeniden gözden geçirilmesi kaçınılmaz gözüküyor.
Clinton kurtulursa, ki öyle görünüyor, taraftarları hedef olduğu politik cadı kazanına son verilmesini isteyecek, anayasada öngörülen soruşturma yetkilerinin bu tip kampanyalarla kötüye kullanıldığını ileri sürecekler.
Eğer Clinton kurtulamaz ve başkanlığı bırakmak zorunda kalırsa, adaleti engellemek gibi ciddi bir suçtan mahkum olsa bile, bu sonucun Watergate sırasında Nixon'un görevden ayrılmasına benzer rahatlatıcı bir etki yaratması pek olası görünmüyor. Çünkü hükümet yetkililerine yönelik suçlamalarla ilgili uygulama kamuoyunda yeterli güveni ve saygınlığı henüz kazanmadı.
Watergate'den öğrenilen ders, devlet başkanının gücünü kötüye kullanarak, yürütme hakkında her türlü soruşturmayı engelleyebileceğini öğrenmemizdi. Çünkü cumhuriyet savcıları adalet bakanlığına bağlıydı, bakanlığın görevlilerini de başkan atıyordu.
Bu sakıncayı önlemek için, bağımsız özel savcılık kurumu yaratıldı. 1978'de yürürlüğe giren Hükümette Ahlak Yasası'na göre, adalet bakanı özel bir savcı istiyor, üç hakimin bulunduğu bir kurul da bağımsız özel savcıyı atıyor.
Ama bugün Başkan Clinton'u soruşturan özel savcı Kenneth Starr muhafazakar bir Cumhuriyetçi Parti destekçisi olarak tanınıyor. Onu atayan hakimler kurulunun iki üyesi de muhafazakar. Clinton'lar hakkındaki Whitewater emlak skandalını soruşturmak için atanmıştı. Kendisinden daha ılımlı bir muhafazakar olan ve dosyaya daha önce bakan hukukçuyu, hakimler kurulu reddetti.
ABD'de bugün, yürütmeyi soruşturmak için kurulan mekanizmada kantarın topuzunun diğer aşırı uca kaçtığını düşünenler var. İddialar ne kadar ciddi olursa olsun, hukuksal mekanizmanın hükümetin çalışmasını altüst etiği ileri sürülüyor. FBI ve diğer soruşturmacılar yönetimin bütün evrakını ve bürolarını en ince ayrıntısına kadar didikleme hakkına sahipler. Yeni bir Watergate'i önlemek için bu tür yaptırımlar ne kadar gerekli olursa olsun, kamuoyunun devlete güven ve saygısının aşırı derecede erozyona uğradığı öne sürülüyor.
Monica Lewinsky skandalı ardından Kongre'de bile birçok kişi, 1988 yılında bu yaptırımların aşırıya gittiğini savunan yargıç Scalia'nın şu sözlerine ilgi göstermeye başladı: "Bu yasal uygulamanın hükümet sistemimize verdiği zararlar, yararlarından daha ağır basıyor; yürütme erkinde görev yapanlara dağıtılan adalet de bu zarardan payını alıyor."
Demokrasilerde yürütme gücü ile sorumluluk arasındaki mükemmel dengeyi bulmak o kadar kolay değil.