The Others Demokrasi şerefimizdir

Demokrasi şerefimizdir

26.12.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Demokrasi şerefimizdir

Demokrasi şerefimizdir

İnönü 1950 seçimleri öncesinde partililere şöyle diyordu: Kaybımız aynı zamanda kazancımızdır

NECİP Mirkelamoğlu'nun siyasetle ilk tanışması, 1945 yılında, İstanbul Eminönü Halkevi kültür koluna yazıldığı günlere rastlıyor.
Yüksek eğitimimi bitirip İzmir'e dönüşünde, evvela halkodası üyeliği ve başkanlığı, daha sonra "Ocak"tan başlayarak "İl"e kadar CHP'nin bütün kademelerinde görev yapan Necip Mirkelamoğlu, İzmir'in son Halkevi başkanı.
1954 seçimlerinde İzmir milletvekili adayı olan Mirkelamoğlu, 1961'de, milletvekili seçildi.
1968'de, Cumhuriyet Senatosu üyesi olan Mirkelamoğlu, önce "İdare Amiri", sonra da "Başkanvekili olarak, Cumhuriyet Senatosu'nda 1977 yılına kadar görev yaptı.
1946 yılından başlayarak, 1973'te vefatına kadar geçen uzun yıllar içinde, İsmet İnönü ile yakın ilişkisi oldu.
Mirkelamoğlu, "Ona yakın bulunduğum bu otuz yıl, elbette birçok anıları saklamaktadır. Ben bunların içinden "kendime saklamaya hakkım olmadığını" sandığım bazılarını kamuoyunun bilgilerine sunuyorum" diyerek canlı tanığı olduğu bir tarihi Milliyet okurlarıyla paylaşıyor.

- "Peki Paşam!" dedi Pamirtan:
"Siz, 'iktidarı kaybedebiliriz' diyorsunuz, o halde bizler ne olacağız? Çünkü bunlar çok gaddar, iktidara gelirlerse başımıza kimbilir ne felaketler getirecekler! Bizi kim koruyacak? Teminatımız nedir?"
Bu soruyu, içimizden, veteriner Sıtkı Şükrü Pamirtan İnönü'ye soruyordu.
"Soruya", İnönü'nün cevabını öğrenmeden evvel, "olayı" başından anlatalım.
1950 milletvekili seçimlerinden sadece birkaç gün evveldi. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, aynı zamanda CHP Genel Başkanı da bulunduğundan, bu sıfatla ve seçim vesilesi ile İzmir'e gelmişti.
Gelişlerinde kaldığı "Demir Konak"ta, (Alsancak Gar birasının müdüriyet lojmanı olarak yapılan bölümünde) bizleri kabul etti. "Bizler" dediğim, CHP'nin üst düzey yöneticilerini.
Rahmetli Şükrü Saracoğlu'nun da bulunduğu o kabulde, evvela yemek yenildi.
Yemekte, şuradan buradan yapılan konuşmalar arasında, nasıl bir vesile oldu, şimdi hatırlamıyorum; İnönü, yemek listesinin arkasına, Osmanlı padişahlarının, Osman Gazi'den başlayarak, Vahdettin'e kadar, hepsinin isimlerini, - ezbere - yazdı, karşılarına tahta çıkış ve ayrılış tarihlerini kaydetti. Yalnız birinin karşısına bir "?" işareti koydu.
Yemekten sonra Saracoğlu "Bir ziyaret yapacağı" mazeretiyle, ayrıldı. (Bu ziyaretin Çeşme'de bulunan Celal Bayar'la yapılacağı / veya yapıldığı / o zaman söylendi ise de, bunu doğrulamak mümkün olmadı, sadece bir 'rivayet' olarak kaldı)
"Konak"ın bir salonunda, İnönü, bizimle, partimizin ahvali üzerinde konuşmaya başladı. "Nasılsınız? Seçimde nasıl bir netice bekliyorsunuz?" gibi sorular sordu.
Kendisine gereken cevapları verdik: "Partimizin çok kuvvetli olduğunu, seçimde mutlaka çok iyi netice alacağımızı, tam bir iman ve inançla" ifade ettik.
İnönü bizi sabırlı bir dikkatle dinledikten sonra, "Çok iyi" dedi, "Böyle güçlü bir imanla mücadeleye girmenize memnun oldum. İnşallah dediğiniz ve umduğunuz gibi olur. Fakat güçlü umutlar gerçekleşmez ise, hayal kırıkları çok sarsıcı olur, bundan kendinizi koruyabilecek misiniz? İyi bir seçim neticesi en başta beni sevindirir, fakat beni dinleyin, umudunuzun gerçekleşme ihtimali kadar - hatta daha da fazla - gerçekleşmemesi ihtimali de var. Sizden beklediğim şudur: Seçim kaybını bir 'felaket olarak' görmeyecek, istikbal için yeni mücadelelere şevkle hazır olacaksınız. Şuna inanınız ki, 'kaybımız' aynı zamanda 'kazancımız' olacaktır. Kendi ihtiyarı ve iradesi ile demokrasiyi gerçekleştirip, neticesine metanetle katlanmış olmanın imtihanı, milletimiz ve partimiz adına büyük bir şeref vesilesi olacaktır; kendinizi kazanmak değil kaybetmek ihtimaline göre hazırlayınız ve inanınız ki, devlet kurmuş olan partimiz, şan ve şereflerle dolu hayatını, bugünün dünyasında, demokratik inkılabı gerçekleştirmiş olmanın gururu ile taçlandırmış olacaktır."
İşte İnönü'nün bu - mealdeki - sözleri üzerine, ilçe yönetim kurulu üyemiz olan Pamirtan ona, yukardaki "Bizim halimiz ne olacak?" yakınması ile beraber "teminatımız nedir?" sorusunu sormuştu.
İnönü evvela tanıyanların bildiği o çok sevimli muzip tavrını takınarak, Pamirtan'a, "Senin dişlerini de sökmüşler" dedi. Biz bunun evvela bir telmih (dokundurma) olduğunu anlamadık. Çünkü, arkadaşımız, gerçekten de dişlerini çektirmiş, takma dişleri de henüz yerine tam oturmamıştı. Halbuki, sonradan işin aslını öğrendik. Şöyle ki: Pamirtan, Serbest Fırka'nın en ateşli hatiplerinden biri imiş ve Manisa'da yapılan bir mitingde İsmet Paşa aleyhine çok ağır ithamları içeren ateşli bir konuşma yapmış, Paşa, işte, o "unutmaz hafızası ile", bu olayı kastediyormuş.
Her ne hal ise;
İnönü, bu "teminatımız nedir?" sorusu üzerine, ciddileşerek, kendisi bize bir soru sordu: "Burada kaç kişisiniz?"
Saydık, "On altı kişiyiz" dedik.
İnönü: "Bir de ben, on yedi" dedi ve devam etti: "Demek ki, CHP'nin asgari kadrosu işte bu on yedi kişidir. Bu imanlı on yedi kişi ile, biz, İzmir'den başlayarak, öbür ucuna kadar vatanı fethederiz. Milli Mücadele'nin başlangıç kadrosu bu kadar bile değildi. Benden istediğiniz teminat davaya olan inancınızdır. Bundan büyük teminat daha ne olabilir?" dedi.
İlave etmez isem, "anı" eksik kalacak:
Seçim - İnönü'nün tahminine uygun olarak - ağır bir yenilgimizle sonuçlanınca, rahmetli arkadaşımız Pamirtan, on gün bile geçmeden, aradığı "teminat"ı, muzaffer Demokrat Parti saflarına geçerek bulmuştu.

"- Çok zamansız başladınız Paşam, çoook!"
"- Peki, sence ne zaman başlamalıydık?"
İsmet İnönü, çok partili dönem olan 1945 ile 1950 arasında Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı olarak İzmir'e birkaç kere gelmişti.
Bu, 1950 14 Mayıs'ında yapılacak olan seçimden evvel son gelişi idi.
Trenle Alsancak Garı'na gelmişti. Kendisini karşıladık. Vaktiyle gar binasını yapmış olan Fransızların gar müdürünün ikametine ayırdıkları bölüm, İnönü'nün gelişlerinde, merkez üs olarak ona tahsis edilirdi. Yine öyle olmuştu. Trenden inip de, oturma salonunda, karşılayıcıları olan bizlerle sohbete başladığında, birden elektrik kesilmiş, her taraf zifiri karanlık olmuştu. Zamanın milletvekilleri ve biz, hepimiz, bunu 'hain demokratların' bir suikastı olarak değerlendirmiş ve galiz sözlerle bu kanaatimizi belirtmeye başlamıştık. O ise bizi teskine gayret ile, 'sabır' tavsiye etmişti. Nitekim çok geçmeden ışıklar yanınca da 'işte gördünüz mü? Sabrın arkasından ışık geliyor!' demişti.
Karşılayıcılar arasında İzmir Milletvekili - merhum - Ekrem Oran da bulunuyordu.
Bu zat, müfrit bir CHP'li idi. İnönü'ye de tapınır derecede bağlıydı. Hem çok açık sözlü oluşundan; hem de, İnönü'ye olan derin bağlılığının verdiği içtenliğinden, kimsenin söylemeyi göze alamadığı konuları rahatça, hem de biraz haşin bir üslupla İnönü'ye söylerdi. Bu yolda şöhret sahibiydi.
O gece de, şöhretine uygun bir üslupla, Demokrat Parti'den ve ileri gelenlerinden ve özellikle de - merhum Menderes'ten - şikayete başlayarak, bunların nankörlüklerinden, vefasızlarından, gayz ve kinlerinden bahisle, İnönü'yü tenkide girişti.
Tenkit ettiği husus, İnönü'nün "Şu adına demokrasi denilen şeye" çok zamansız karar vermiş olması idi.
İnönü ise 'Deli Ekrem'in'tenkit ve sitem dolu sözlerini şefkatli bir müsamaha tavrı içinde dinlemekteydi.
Ekrem Oran, 'Çok zamansız oldu Paşam çook!' diye, demokrasiye girişimizin zaman ve kıvam bakımından henüz vakti gelmediğini belirtmesi üzerine:
- Peki, sence ne kadar zaman sonra başlamalıydık? diye sordu. "Elli sene sonra Paşam" cevabını alınca: İnönü, 1945 ile 1950 arasındaki beş yılı hesap ederek:
"Bu hesaba göre kırk beş yılımız kalmış" dedi.