The Others Türkiye, AB'ye yürüyor

Türkiye, AB'ye yürüyor

11.05.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Türkiye, AB'ye yürüyor

Türkiye, ABye yürüyor


Türkiye'ye, Osmanlı'dan bu yana Batılı değişimler askeri ve tıpla ilgili okullar kanalıyla girmiştir. Türk ordusu, Atatürk'ün orduyu siyaset dışı tutma ilkesine ve demokrasi geleneğine hep bağlı kalmıştır.


       Yargıtay Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk, 5 - 13 Mayıs tarihleri arasında Harvard Üniversitesi'nin davetlisi olarak ABD'de bulunuyor. Bu gezi sırasında ABD'nin en seçkin üniversiteleri arasında olan Harvard, Yale, Columbia ve Princeton üniversitelerinde ve 12 Mayıs'ta başkent Washington'da bir kısım Kongre üyelerine bir konuşma yapacak. Selçuk'un konuşmasının geniş bir özetini dikkatinize getiriyoruz.

       Biz Türkler, üçüncü bin yıla girerken, Cumhuriyetimizi demokrasiyle ortak bir felsefede bütünleştirmek, demokratik Cumhuriyet'in temel ilkelerini yönetime egemen kılmak ve halka içselleştirmek, tıkanmaları aşarak toplumsal açılımı her alanda sağlamak istiyoruz.
       Devleti değil, bireyi / yurttaşı öne alan, devletle birey / yurttaş arasında hakça bir dengeyi ve eşitliği gerçekleştiren, devletin yurttaşlarına hizmet için var olduğu innacına dayanan, bilime ve akılcılığa göre örgütlenen, düzenleyici, denetleyici, etkili, saydam, hukukun üstünlüğüne yaslanan bir devlet istiyoruz. Devletin kutsallaşmamasını, halka yabancılaşmamasını, insanın özdeğerlerini gözetmesini istiyoruz.
       Yaşam hakkı başta olmak üzere, insan haklarının ve özgürlüklerinin korunmasında duyarlılık, kararlılık içindeyiz. Dayanışmamızın ortak paydası budur. O yüzden, insanca değerleri olumsuz yönde etkileyen öğeleri ayıklamak, her alanda toplumsal adaleti egemen kılmak istiyoruz.
       Biliyoruz ki, çoğulcu demokraside laiklik ilkesi, dinler ve inançlar arası farklılıklar ve toplumsal barışın, din ve vicdan özgürlüğünün en sağlam güvencesidir. Bu yüzden, bütün inançlara, görüşlere eşit uzaklıkta, yansız ve bütüncü (üniter) bir devlet ve bölünmez bir ülkede yaşamak istiyoruz.
       Biliyoruz ki, düşünce, inanç, kimlik, köken başkalıkları, karşılıklı saygı, gönül birliği ve hak eşitliği içinde, özgürlükçü ve katılımcı demokraside, parçalanmanın değil, bütünleşmenin gerekçesidir. Bu inançla çoğulculuğu, tek ülke, tek devlet olmanın vazgeçilmez ilkesi sayıyoruz.
       Biliyoruz ki, çoğulcu demokraside "iktidar / erk" tek olmaz. Yargı erki, yasama ve yürütme erklerinden bağımsızdır. Son çözümlemede hukukun ne dediğini yargı erki söyler. Hukukun üstünlüğü böylelikle sağlanır.
       Biliyoruz ki, yalnızca toplum değil, doğa da çoğulcudur. Bu yüzden, doğa ve kültür değerlerini koruyarak insanlığın ortak mirasını sürdürmek, zenginleştirmek, soluk aldığımız dünyayı bozan öğeleri dışlayarak onu çoğaltmak istiyoruz.
       Biliyoruz ki, çoğulcu, özgür ve demokrat, ama barış içinde bütünleşmiş bir Avrupa, bugün dokunabileceğimiz kadar bize yakın. Küreselleşmeyle yeniden biçimlenen dünyada, Türkiye bu dünyanın demokrasi küresinde yerini alacak. Bu dünya ile aradaki uzaklığı yok etmek için, sizleri temin ederim ki, Türk halkında ortak bir bilinç ve irade var. Bu, Avrupa uygarlığının ve birliğinin bir ilkeler, bir değerler topluluğu olduğu yolundaki bilinçtir. Bu bilinç, bizde esasen iki yüz yıldan beri var. Cumhuriyet'le ivme kazandı ve gittikçe güçlendi. Bugün en hızlı noktadadır...
       Ancak Amerika da, AB de, jeopolitik ve stratejik önemi tartışmasız olan Türkiye'yi kucaklamak istiyorsa, biz Türkler konusunda kendi önyargılarını yenmelidir.
       İlkin, Türkiye'nin birçok aday ülkeyle karşılaştırıldığında, daha uzun bir demokrasi geleneğine sahip olduğu unutulmamalı, bu konuda bize güvenilmelidir.
       İkinci olarak, demokrasiye yapılan müdahalelerin, birçok ülkedekilerin tersine çok kısa ömürlü oldukları, müdahale edenlerin bile demokrasinin vazgeçilemezliğine inandıkları unutulmamalıdır.
       Bu konuda şu iyi bilinmelidir: Türkiye'ye, Osmanlı'dan bu yana Batılı değişimler askeri ve tıpla ilgili okullar kanalıyla girmiştir. Bunun nedeni, Batılı anlamda ilk yüksek öğrenimin bu okullarda başlamış olmasıdır. O yüzden Türk ordusu, Atatürk'ün orduyu siyaset dışı tutma ilkesine ve demokrasi geleneğine hep bağlı kalmıştır.
       Üçüncü olarak, Türk ulusunun tarihinde ırkçılık hiç olmamıştır. Bu yüzden Batı'da yaşanan üzücü olaylar, benim ülkemde hiçbir dönemde yaşanmamıştır.
       Dördüncü olarak, kimi ülkelerdeki katı anlayışın tersine, Türkiye'deki İslam, sürekli hoşgörü ve özgürlük anlayışına dayanmıştır. Bireysel eylemleri İslam'la karıştırmamak gerekir. Cumhuriyet döneminden sonra ise "laiklik" esasen vazgeçilmez bir ilke olarak algılanmıştır.
       Unutulmamalıdır ki, Batı bugüne gelebilmek için tarihin gel - gitinde çok acılar çekmiştir. Kralının başını giyotinde koparan Fransa, binlerce çocuğunu öldürdükten iki yüzyıl sonra 5. Cumhuriyet'i yaşıyor. Ama Fransız Cumhuriyeti bugün bile merkezci devlet anlayışını aşamamıştır. Toplum mühendisliğiyle toplumu ve insanı biçimlendirme aşırılığından sık sık ölüp dirilmiştir. Rönesansı, reformu, aydınlanmayı, sanayi devrimini yaşamasına karşın bir türlü hukuk devleti aşamasından hukukun üstünlüğü aşamasına geçememiştir. Bu kavga sürmektedir.
       Türkiye ise, çetin savaşlardan sonra 1923'te Cumhuriyet'le tanıştı. Basım makinesine Batı'dan 250 yıl sonra kavuşan Türk toplumunun geçmişinde Rönesans, reform, Aydınlanma, sanayi devrimi yoktu. Batı'ya karşın uygarlaşmak için bilimi tek yol gösterici olarak benimseyen Atatürk, her solukta yenilenen bir dünyada yaşadığını biliyor, değişmez düsturlar bırakmadığını söylüyordu. Oysa onun çağdaşları, doğayı tek tip yaratan bir klinik sanmışlar, "Sovyet insanı", "faşist insan", "nasyonal sosyalist insan" gibi tek biçimli bireylerden oluşan pastörize bir toplum yaratmaya özenmişlerdi.
       Demokrasiye, ülkemizde 1945'te geçildi. Gel - gitler yaşandı. Buna karşın Batı'nın tarihine göre daha hızlı bir gelişmedir bu.

Biz Türkler eksikliklerimizi biliyoruz

       Hepimizin, bütün ülkelerin ve Türkiye'nin yürüyeceği yol bellidir.
       İlkin, kanımca atılan her adımda özgür bireyi yaratma kaygısı temel olmalıdır.
       İkincisi, özgürlük kimileri için değil, herkes için, yani hem berikiler ve hem ötekiler için olmalıdır.
       Üçüncüsü, bireysel bağımsızlık, yani berikilerin ve ötekilerin kendi yaşam biçimlerini eleştirel süreç içinde seçmeleri sağlanmalıdır. İnsana özgü her şey çoklu tekliktedir (unitas multiplex). İnsana özgü çeşitlilik, insan birliğinin. insana özgü birlik insan çeşitliliğinin hazinesidir. Demokratik yaşamı, bireyin yaşam biçimini kültüre dönüştürme hakkını savunmak, belli bir kültürü kimseye dayatmamak ve insanları belli kalıplara sokmamak demektir.
       Dördüncüsü, çoğulculuk, farklılaşma, başka olma hakkı, kolektif ve bireysel kimliklerin doğrulanmasıdır.
       Beşincisi, çoğulculuk, aklın her zaman başkasından geldiğini teslim eder. Bu yüzden gerçeğin / doğrunun göreceliğini benimser.
       Altıncısı, görecelik, "akıl akıldan üstündür" inancıyla diyaloğu zorunlu kılar.
       Yedincisi, diyalog eleştirel akılcılığı gerektirir. Çağcıl kültürün özünde, ne olursa olsun her türlü düşüncenin, inancın tartışma küresine girmesi yatar.
       Sekizincisi, eleştirel akılcılık, hoşgörü kültürüne dayanır. Hoşgörüsüzlüğün sıfır noktasına indirilmesi vazgeçilmez amaç olmalıdır.
       Dokuzuncusu, hoşgörü, başkalık öğesine katlanmayı gerektirir. Bu yüzden hoşgörü, onaylamak değil, katlanmaktır.
       Onuncusu, farklılık, bireysel bir hak, eleştiri kamusal bir görevdir. Hoşgörü, başkalık ve eleştirme haklarının çimentosudur. Bu yapının bozulmaması için, başkalık hakkı, eleştiri görevi ve hoşgörü değerleri çiğnendiğinde, katlanılan başkalık hakkını çiğneyenlere, kendi hakları çiğnenmiş gibi başkaldırabilen bir toplum, demokratik bilinci yakalamış demektir.
       Evet, sizlere, yalnız biz Türklerin değil, hepimizin ortak paydalarını sundum.
       Bu konuda önümüz açıktır. Yeter ki, Amerika, Avrupa, kısacası dünya Türkiye konusunda önyargılarını yensin. Biz Türkler eksiklerimizi biliyoruz. Onları gidereceğiz. Amerika da, Avrupa da, Türkiye de çağı ve birbirlerini iyi okusunlar.