The Others Utangaç stand - up'çı

Utangaç stand - up'çı

27.09.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Utangaç stand - up'çı

Utangaç stand - upçı
27 Eylül 1998
İdil ENGİNDENİZ
Utangaç stand - upçı
Sinema ve TV eleştirmeni Ali Hakan kendini stand - up'çı olarak tanımlamasa da o yolda ilerleyebileceğinin sinyallerini veriyor. Tabii önem verdiği bazı sınırları aşmadan...

Saat 21:00. Yer, Bilsak 5. kat. Altmış kadar insan oturmuş bir şeyler içip güzel film müzikleri dinliyor. Bu arada da stand - up DJ gösterisinin başlamasını bekliyorlar. Saat 22:00, her şey aynı. Fonda, In The Name Of My Father çalıyor... Saat 23:00, artık barda 40 - 50 kişi kalmış, Pulp Fiction çalıp bitiyor ve en sonunda Ali Hakan sahnede! Geçen iki saat boyunca barın arka tarafında şöyle konuşmalar geçiyor; "Hayır, hayır kesinlikle çıkamayacağım", "Saçmalama Hakan yaa, çıkıp iki kelime laf edemeyecek misin yani?", "Tamam, son yirmi şarkı da bitsin kesin sahnedeyim!".
Sinema ve televizyon eleştirmeni olan, üstelik de bir komedyen olduğunu hiç düşünmeyen biri, yani Ali Hakan neden stand - up yapmaya karar verir? Radyoda mizahi bir şekilde medya eleştirileri yapan Ali Hakan, bir gün Bilsak'ın işletmecisi Yasemin Alkaya'yla konuşurken, Alkaya bunu kendisinin işlettiği yerde de yapmasını teklif etmiş. "Önce biraz düşünmek istedim, yapabilir miyim yapamaz mıyım diye. Radyoda hatanı anında kamufle edebiliyorsun. Seyirci karşısında yaptığın hata ise doğrudan sana yansıyor. Gülmemeleri beni ciddi biçimde yaralayabilirdi".
Başarısızlığını hazmedeceğine inanan Ali Hakan sonunda bunu da denemeye karar vermiş. Yaptığına stand - up demeye çekiniyor. Çünkü şimdiye kadar herkesin haddini bilmesi gerektiğini savunurken kendi sınırını aşmak istemiyor. "Benim yaptığıma stand - up eleştiri diyebiliriz, eğer öyle bir şey varsa tabii". Fransız reklamcı Jacques Seguela'nın bir hikayesiyle başlamış Ali Hakan: "Bir adam kırda yürürken ölmek üzere olan bir kuş görür. Kuşu ısınması için taze bir inek pisliğinin içine bırakır. Pisliğin sıcağında kendine gelen hayvan neşe içinde ötmeye başlar. Onun sesini duyan tilki de gelip kuşu yer. Bu hikayeden çıkarılabilecek derslerden biri şu; bokun içine battıysan hiç olmazsa çeneni kapa. Şu anda kendimi boktan bir durumda hissediyorum ama çenemi kapatamayacağım, çünkü sizi güldürme iddiasıyla çıktım".
Bu iddiayı ilk yirmi dakika hakkıyla yerine getirmiş Ali Hakan. Önce Türkiye'nin nasıl bir ülke olduğundan bahsetmiş, sonra popüler müzik alanına girmiş, magazine daldığında ise... "Orada koptuk işte... Fark ettim ki benim anlattığımla oradaki seyirci arasında hiçbir bağ yok. Magazin kültürüyle alışverişi olmayan insanlara karşı o kültürden kaynaklanan bir mizah yürütmek son derece zordu. 20. dakikadan itibaren tepki almadıkça moralim bozuldu, moralim bozuldukça hava biraz daha soğudu. Bırakıp kaçmadım ama tatsız bitti. Yaptığınız espriye tepki almamak çok kötü bir şeydir. Yaşadığım bu kötü tecrübeye rağmen ortaya stand - up'çıyım diye çıksam ayıp ederim. Küçük bir ortamda kendi kendime bir deneme yaptım. Bence Türkiye'de televizyon özeleştiri mekanizmasını çok geç ve az çalıştırıyor. Bu açığın kapanması gerektiği için ben veya bir başkası ama mutlaka böyle bir program yapılmalı TV'de".

Diğer stand - up'çılar nasıl?
* Piyasadaki stand - up'çılar bence popüler ama popülist olmamış figürleri kullanabilirler. Anlaşılmaz diye düşünüyorlar ama seyirciye biraz daha güvenmek gerek.
* Beyaz'ın radyoda ve TV'de yaptığı işleri çok beğeniyordum. Ne zaman ki şova başladı, hakkında çok ağır şeyler yazdım. Bu kadar medyatik değilken çok sağlam eleştiriler yapabiliyordu ve daha soldan bakıyordu. Sistem içinde bir şeyler yapsa da kendini sistemin dışında hissediyordu. Beyaz'ın bu hatadan sıyrılabileceğini düşünüyorum, çünkü hatasını görebilecek seviyede. Popüler kültür alanına girip de taviz vermemek de becerilebilir bir şey. Bunun en iyi örneği de Okan Bayülgen.
* Yılmaz Erdoğan her şeyden önce çok iyi bir tiyatrocu. Cem Yılmaz müthiş zeki ve hızlı bir adam, çok da bitirim. Beyaz daha rahat ve karizmasını kendi lehine kullanabilen bir zekaya da sahip. Onun kadar sevimli olduğumu da düşünmüyorum. Dolayısıyla benim yaptığım bugüne kadar çizdiğim portreden bağımsız değil. Hasbelkader belli bir entelektüel birikimi olan, eleştirel gözünü geliştirebilmiş bir adamım. Entelektüel stand - up'çı gibi. O da çok iddialı ama... Devam edersem yine mizaha bulanmış bir medya eleştirisi gibi olacak.

"Stand - up eleştiri"den parçalar
* 23 Nisan bayramı, stadyumun sahnesinde Küçük İbo var. Rengarenk giysiler içindeki o cıvıl cıvıl çocuklar hep birlikte "Ölem ölem derdo ölem" şarkısını söylüyorlar. Bu ciddi bir toplumsal sorun yaa...
* Şok programında bir asparagas haber vardı; İsmail'in bahçesi diye bir yer açılmış. Ucuz olduğu için kanguru, antilop eti filan satılıyormuş. Ertesi gün ATV haberde Mustafa Taşar çıktı ve 1995 yılında DYP iktidarı sırasında Avusturya'dan sığır eti yerine kanguru eti ithal edildiğini, bizim de bunu yediğimizi söyledi. Şok programı istediği kadar asparagas yapsın Türkiye'deki gerçeğe yetişemez ki!
* Sibel Can fenomenini başımıza saran "Padişah" şarkısını yapan Serdar Ortaç açıklıyor: 'Bu şarkıyı Selda Bağcan ya da Ahmet Kaya'ya vermek istiyordum. Çünkü içinde bayağı bir sosyalizm var'. Bunun kendisi mizah zaten. Sosyalist söylem dediği şu: 'Bu devirde kimse sultan değil, hükümdar değil, bezirgan değil...' Hükümdar, sultan, şah, padişah, bunlar benzer anlamlı sözcükler. Peki bezirgan sözcüğü tüccar anlamındaysa ne işi var orada? Vezir mi demek istiyorsun, bir şey mi karıştı? Türkçe'ye bu kadar az hakimsen zaten Türkçe sözlü müzik yapma...