Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

26 Kasım 1990’da bu köşe şöyle başlamış: “Özal’ın önemli bir özelliği Türkiye’nin gündemine hâkim olması, olayları yaratması ve istediği yöne götürebilmesidir.
Ve şimdi kimsenin aklından geçmeyen başkanlık tartışmalarını da o başlattı...
İşte o tarihten 20 yıl sonra “başkanlık” tartışması yine ortaya atıldı.
Ve bu kez Tayyip Erdoğan için.
* * *
Başkanlık sisteminde “yasama” ve “yürütme” kuvvetleri, hem organ hem de fonksiyon yönünden birbirinden bağımsız olmakla birlikte, kuvvetler arasında kontrol ve dengeye dayalı bir kuvvetler ayrılığı vardır. Ancak kontrol ve denge mekanizmaları oldukça zayıf olup, fiilen “yürütme” kuvvetli, yani “başkan” üstündür. Bakanlar, başkanın sekreteridir.
“Başkanlık rejimi”nin tipik uygulaması ABD’dedir. ABD’de “yasama” organı iki meclisli kongredir. Başkan “yürütme” organını tek başına temsil eder. O, ne parlamenter rejimlerdeki cumhurbaşkanı, ne de başbakandır. Bu ikisinin yetkilerini kendinde toplayan biridir ve halkın oyuyla işbaşına gelir. Dolayısıyla yetkilerinin kaynağını doğrudan halktan alır. Parlamentoya karşı siyasi sorumluluğu yoktur.
Yasama fonksiyonunu “senato” ve “temsilciler meclisi”nden oluşan “kongre” yerine getirir. Nasıl “başkan” kendi alanında tam bağımsızlığa sahipse, “kongre” de “başkan”a karşı bağımsızdır. Bu özellik “başkanlık rejimi”ni, “parlamenterler rejimi”nden ayıran en önemli özelliktir.
* * *
ABD’nin özel yapısı bu rejimin orada başarısını sağladı. Ama bu rejim Güney Amerika ülkelerinde başarıya ulaşamadı ve diktatörlüklere dönüştü.
Herhalde bu yüzden olsa gerek, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de başkanlık sistemine mesafeli duruyor.
* * *
Cumhurbaşkanının yetkilerinin, 1982 Anayasası’nda, 1961’dekine göre hayli arttığını görüyoruz. Anayasa’da sayılan bu yetkilerin Cumhurbaşkanı tarafından tek başına kullanılacağı göz önünde tutulduğunda bunun “klasik parlamenter rejim”de Cumhurbaşkanlığı seçim ve tarafsızlığı statüsüyle bağdaşmadığı, daha çok, yarı başkanlık sistemi”ndeki Cumhurbaşkanlığı yetkilerini andırdığı söylenebilir.
Bugün üstü kapalı, topal bir yarı başkanlık sistemi yaşıyorsak bunu daha belirgin, işler ve hukuki hale getirmek nasıl olur?
1990’da bu köşede şunu da yazmışız. Biz bundan önce de sistemimiz ne olursa olsun hep “fiili başkanlar”la yaşamadık mı?
Atatürk, İnönü, Bayar, Evren, Özal fiilen başkanlık yaptılar. Öyleyse bünyeyi tabii gidişe uydurmak, hem başkanlık sisteminin sakıncalarından uzak durmak hem de parlamenterler rejimin üstünlüklerini kullanabilmek için tartışmaları yarı başkanlık sistemi üzerinde yoğunlaştırmak, bu sistemi kabul etmek yararlı olmaz mı?

Haberin Devamı

SEVİYE DÜŞTÜ
İşsizlik yok, bölgeler arası gelişmişlik farkı yok, şahıslar arasında gelir adaletsizliği yok. AB’ye girip girmeme sorunu yok, Güneydoğu sorunu yok. Terör sorunu yok. Ermeni sorunu yok. Nükleer güce sahip olma sorunu yok. Kadınların eşitliği sorunu yok!..
Tabii bunlar olmayınca, “Bu sorunlar nasıl çözümlenecek, projeleriniz ne?” sorusu da manasız kalır!..
Öyleyse liderlere ne kalıyor?
Küfür...
Onlar da her gün bunu yapıyorlar.
Konuşmayı, “isyan”a ve “eşkıya”ya kadar getirdiler.
Bilsinler ki halkın seviyesi onlarınkinden yüksek ve bu basit, içi boş tartışmalardan küfürlerden hoşlanmıyor.

Haberin Devamı

MISIR YORUMLARI
Mısır için ne yorumlar, ne yorumlar yapılıyor... Mübarek’e ömür biçenler mi, Müslüman Kardeşler’in kafasından geçeni okuyanlar mı?
15 gündür ameliyatım nedeniyle evde, çoğunlukla yatakta olduğum için TV’leri kesintisiz izliyorum.
“Tahminim tutmazsa gelip ekranda özür dilerim” diyen bile var.
Herkes adeta Mısır uzmanı.
Bu kargaşadan Türkiye lehinde sonuç çıkartanlar, aksine aleyhimize bulanlar bile var.
Şimdi ben bekliyorum, bakalım kimin tahminleri tutacak, kim atıyor...

Haberin Devamı

YILMAZ
Merkez sağ
Türkiye kendi kendini karıştıran bir ülke, her gün yeni bir konu, yeni bir tartışma.
Başkanlık tartışması daha gündemdeyken 2 partili sistem ortaya atıldı.
Neyse, bunlar konuşula- dursun, her zaman söylediğimiz, mevcut olmasını istediğimiz “merkez sağ” konusunu da Mesut Yılmaz yeniden ortaya attı.
Türkiye’de sahipsiz kalan merkez sağ oylarının büyük bir kısmı AKP’ye gitmişti.
Belki de AKP’nin tek başına iktidar oluşu bu yüzdendi.
Niye bu oylar sahipsiz kalmıştı?
Hep söylediğimiz gibi, liderlerin beceriksizliğinden.
Mesut Yılmaz da konuşmasında merkez sağın en son “batırıcılarından” biri olan Cindoruk hakkında iyi şeyler söylemedi.
Liderlik başka, idarecilik başka şeydir.
Kişi idareci olabilir, ama lider olamaz.
Zaten başka kuruluşlarda da işler iyi giderken herkes başa geçmek ister.
Ama o imkân kendisine verilince, işin dışardan görüldüğü kadar kolay olmadığını da anlar. Çoğu bırakın lider olmayı iyi idareci bile olamaz.
İşte Türkiye’deki merkez sağda böyle oldu ve üst üste gelen kötü idareceler sayesinde uçup gitti.
Birkaç ay sonra Türkiye genel seçim yapacak, ama ortada merkez sağ yok...

YALAN
Ah Güzel İstanbul
İstanbul başka bir âlem.
14 milyon nüfusuyla sanki bir devlet.
Bir zamanlar Başbakan, İstanbul’a göçü önlemek için vize konulması taraftarı olduğunu söylemişti.
Ev ve iş bulamayanın İstanbul’a gelmesini önlemek mantıklı olur. Ama bunun gerçekleşmesini genel seçimlerin arifesinde beklemek mümkün değil.
Neyse, biz bunu bırakıp İstanbul’un perişan durumuna gelelim.
Evvela otopark yok.
Kaldırımlar dizi dizi araçlarla işgal edilmiş durumda; yayalar yolda, arabalar kaldırımda.
Şehirdeki yeşil alan kıtlığı da bir türlü giderilemedi.
Şimdi duyuyoruz ki Dolmabahçe stadı yıkılıp yerine yine stat yapılacakmış. Oysa orası denizi, karşı sahili, cami ve saat kulesini gören, yani manzarası çok güzel olan bir yeşil alan haline getirilebilir.
İstanbul halkı burada ucuz çay, kahve içip boş vaktini geçirebilir.
Yeri gelmişken tekrar edelim, yıllardır söylediğimiz Karaköy’den Ortaköy’e kadar duvarların yıkılarak Boğaz manzarasının, saraylarının, halkın görüşüne açılması da bir türlü ele alınmıyor.
İstanbul’da bir Champs Elysees (Şanzelize) yok, ama Taksim ile Şişli arası ona benzetilebilir demiştik.
Şimdi dediğimiz bölgede, kaldırımlarda boydan boya kafeler çalışmaya başladı. Ama bu kafelerin hepsi bir âlem. Oysa hepsinin aynı planda olması sağlanamaz mı?
Daha neler var neler, ama yerimiz bu kadar.