Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Baştan söyleyelim, kimse umutlanmasın... Diyaframdan patlatılmamış, gırtlakta gargara yaptırılmamış, salya, tükürük katılmamış, hısım akraba karıştırılmamış ve asla organize olmamış, tekil bir tribün küfründen bile nefretini esirgemeyen Ters Köşe’den, bilmem kaçıncı Trabzon vakası için zehir zemberek iddianameler bekleyenler, avuçlarını yalasın...
Bizim istiab haddimizi aşan bu soruna, artık "uzmanlar" baksın...
Bu ülkenin polisi, doktoru, federasyonu var...
Olmadı; "narkozitöründen şahinine" kadar, bilcümle yorumcular:
Onlar "gerekeni" yaptılar ve yapacaklar!..
Zaten Bakırköy’ün Başhekimi Arif Verimli hocamız da söyledi:
"Öfkesini dizginleyemeyen Trabzonsporlu taraftarlarla kesinlikle ilgilenilmesi, onların en azından enformatik kanallardan eğitilmesi gerekmektedir" dedi.
Serdar Bali, "ağzının payını verecekti", ama yetişemedi:
"Benim taraftarım deli mi?.."
"Olaylar sadece bizde mi?.. "
Öğrenemedik... Sayın Verimli’nin hattı kesilmişti.
Peki... Nasıl yardımcı olunabilirdi; ortada başka hiçbir unsur yokken, sadece skordan tahrik olabilen bu futbolseverlere?..
Ne bir hakem hatası, ne rakibin sert oynaması, ne Beşiktaş seyircisinin kışkırtması, ne de incitici demeçler vardı.
Hatta, "hedef" olduğunu iddia edene bile rastlanmadı.
Polis, şehre gelen misafirleri kollamaktan yorgundu; baktı... Beşiktaş, futbol oynamakla meşguldü; üzerine alınmadı... Trabzonspor takımı, yönetim protesto ediliyor sandı; oralı olmadı...
Trabzonspor Yönetim Kurulu sözcülerine göre, ortada bir olay bile bulunmamaktaydı...
Lakin, bu kez her şey Trabzon’da kalmadı. Trabzonspor "beş benzemez kaderini" Gaziantep’e de taşıdı.
Eli kulağında, cezalar da açıklanacak... Bakalım değerli Trabzon yöneticilerinin, bir kısım eyyamcılarla birlikte "keskin sirkenin" küpüne verdiği zararları saklaması, neye yarayacak.
Dedik ya... Durum vahim...
Bizim yapabileceğimiz, "geçmiş olsun" demek ve "uzmanları" göreve davet etmek.

Yönetici kimdir? Ne işe yarar?.. "Göreve" talip olduğu kulübe katkı yapmaya mı gelmiştir, sırtına yük olmaya mı?
Nasıl konuşur?.. Neye karışır?..
Nice üstün yeteneklerin meçhul asker gibi yaşadığı bir ülkede, sadece yönetici olduğu için ekranda ve sayfalarda dolaşan insanlar, hangi vasıflarıyla bunu hak etmektedir.
Zaman gelir, "yanlış transfer yaptık" derler...
"Yanlış hoca seçtik"... "O lafları etmemeliydik"...
"Beceremedik" deyip gittiklerinde, onlardan kim hesap sorar?
Tribünleri coşturması mı gerekir, susturması mı yöneticilerin?
Ağzından çıkanı kulağının duyması mı?..
Yoksa, tarifi belli olan bir hayat felsefesine sahip olması mı?
Felsefe de yetmez aslında... Eyyamsız, korkusuz, hesapsız sahip çıkmak gerekir...
Yöneticilik, söylenmiş olanların üzerine konuşmak değil, ilk eylemi yapmak, ilk lafı etmektir.
"Yönetmesi gereken anda" donup kalamaz yönetici...
Bir şey yapar... Doğru ise, gelecek sınava kadar omuzlarda gezer. Yaptığı yanlışsa bedelini öder.
Bir kulüp yöneticisi, transfer, hoca seçimi, para temini gibi rutin konular dışında, ancak kırk yılın başında "ani karar verme ve basiret gösterme" durumunda kalır ki, yapamayan çakar...
Son sınav, Trabzon’daydı...
Sadece siyah takım elbiseli ve beyaz yakalı olanlar geçti.

Dünyanın "en zor" takımında, dünyanın "en kolay" işini yapıyor Werner Lorant.
Beklentileri o kadar azalmış ki, Fenerbahçeliler’in...
Yarın öbür gün defansı bir dörtlese... Ya da Lazetiç’e kapıyı gösterse... Veya Oktay’ı, Andersson’un yerine monte etse, Ogün ve Abdullah’ın kombine formalarını gözden geçirse, Hakan’ı iyi değerlendirse, "ilah" olur ilah...
Hele Fenerbahçe iki-üç maç daha kazanırsa, ne beş yıllık kontrat lafları kalır, ne Alman dehası, ne dahası...
İstanbulspor maçında görevim olmamasına karşın Şükrü Saraçoğlu’ndaki ambiyansı görmeye gittim. Basın tribününün de diğerlerinden farkı yoktu ve boş koltuklardan iki tanesine yayılarak çok rahat ettim.
İnanır mısınız, Fenerbahçe seyircisi öylesine zor bir süreçten geçiyor ki, takım sayılı dakikalarda doğru dürüst oynadığında tezahürat bile yapmayı unutuyor, hasretle seyre dalıyor.
"2 - 0 kazandı, nasıl oynadı" demeyin... Maçtan aklımda kalan en güzel enstantane, başlama düdüğü çalmadan Oğuz ve Aykut’un tribünleri selamlamasıydı...
Lorant’a dönelim...
O şimdi sıkıştırılmış Lig’de, hızlı eğitimini tamamlayan "potansiyel bir karizma".
Hoca, herkesin bildiğini "keşfeder" ve yaparsa "mesih" olur... Yapamazsa, adisyon Oğuz’un önüne konur...
Böylesine lokum iş, dostlar başına.

Trabzonspor’un "dördüncü büyükölüğü mazide kalan hoş bir hatıra imiş... En azından ekonomik altyapısı buna müsait değilmiş ve takım bölgesel nitelikteymiş.
Olabilir... Ama konumuz o değil!..
Aynı sorunlar, "dördüncü kuvvet"in spor dalı için de geçerli değil mi?..
Bir de bunlara "ilginç" olmak adına devrilen çamları ve "reyting" tanrılarına adanan "eyyam" kurbanlarını katın.
Dört dörtlük bir hüzün tablosu...
Dört... Dön de üstünü ört...

Trabzon’daki tribün çılgınlığının simgesi, çocuğunu koltuk yağmurundan korumaya çalışan "baba" görüntüleriydi.
Olaya duygusal boyut katmaya çalışan her yorumcu için biçilmiş kaftan olan bu manzara, "ehil ellerde" son damlasına kadar yoğruldu, sömürüldü, sakıza çevirildi...
Oysa, sahaya koltuk fırlatanlardan bir tanesi de kendisiydi ve rahatsız olduğu tek konu, daha yukarlardan atılanların, çocuğuna gelme tehlikesiydi.
Bence o baba üveydi...
Burası Türkiye, el kadar çocuğu niye getiriyorsun tribüne be adam... Sana benzesin diye mi?..

Ekonomi, haysiyet celladı gibi...
Ev kadınına çöpten sebze toplattırıyor.
Çocuğa gofret, babaya yarım kilo bal çaldırıyor.
Geçinemeyen ve çalamayanlar, çıldırıyor... İntiharlar tek sütuna düşüyor 1980 öncesi katliam haberleri gibi.
Tam da bu günlerde "Avantaları kesilince tribün olaylarını körüklüyorlar" türünden haberler var, stat zorbalarıyla ilgili...
Bu devirde haraç istemeyi sürdürüyorlarmış; cami duvarına pislemek gibi...

Borsadan, tahvilden anlamam ama, iyi bir satranç hamlesi görünce heyecanlanırım.
Beşiktaş’ın bir yıl rötarla SPK’ya girmesine de bu açıdan bakmaktayım.
Sayın Serdar Bilgili’nin, başkanlık seçimini erteleme konusunda Sayın Hasan Arat’a, nasıl hiç düşünmeden "hayır" dediğini anlamamıştım; meğer "büyük rok" yapmayı planlıyormuş.
Kutlarım!..
Bundan önce, Sayın Bilgili’nin başkanlık yarışında şansının azalmasını istemek, Beşiktaş’ın şampiyonluk potasından düşmesini düşlemekle paraleldi; artık ülke ekonomisinin yeni bir krize yuvarlanmasını dilemekle eş anlamlı.
Tebrikler, sadece hamle için.
Nasıl ki, borsadan kimin kâr edeceği belli değilse, şah’a son fiske vurulmadan da kimin kazanacağı belli olmaz Beşiktaş’ta.

Antep’te kötü sinyaller geldi Sergen’den... Denizli’de "duraklama" devam etti...
Niye şaşırıyoruz ki?..
Biz değil miydik Sergen’e, "hem ayakları hem de beyni ile oynar" diyen.
Bonservisle, Beşiktaş’la kafası karışınca "yüzde elli iskonto" yaptı kalitesinden.