Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Beyaz Saray’ı ziyaretinde temel konu Suriye sorunuydu.
Erdoğan, Washington’un Esad yönetimine karşı daha aktif rol üstlenmesini istiyordu. Esad’ın istifa etmeyeceğini biliyor, yönetimden uzaklaştırılmasında diplomatik yöntemlerin etkili olmayacağına inanıyordu. ABD’den daha etkili olmasını bu nedenle talep ediyordu.
Ancak ABD Başkanı Obama ile görüştükten sonra daha önce, “ipe un sermek” olarak nitelediği Cenevre Konferansı konusundaki görüşünü değiştirdi. Obama’nın, Rusya’yı da sürece katan Cenevre önerisini kabul etti. Erdoğan, Beyaz Saray’dan ayrılırken, dönüşte Rusya’yı ziyaret edeceğini ve diplomatik temaslara ağırlık vereceğini de açıkladı. Washington ziyareti, ABD’nin Suriye’ye bir askeri müdahale düşünmediğini, Esad üzerindeki uluslararası siyasi baskıyı artırarak sonuç almaya çalışacağını gösterdi.
Bu tutum, Suriye’ye karşı izlediği politikada yalnız kalan Ankara’yı da Cenevre Konferansı’na yöneltti.

Rusya’nın etkisi
Beyaz Saray görüşmeleri, Suriye olayında Rusya’nın önemini bir kez daha ortaya koydu.
Esad yönetimini, hem askeri hem de siyasi olarak destekleyen Rusya’nın direncinin yanı sıra Obama’nın Ortadoğu’da Afganistan ve Irak’tan sonra bir cephe daha açmak istemeyişi Esad yönetiminin ömrünü uzattı.
Bu durumda Ankara da Cenevre Konferansı’nın sonuçlarını beklemek zorunda.

Türkiye’nin zararı
Batı dünyasının Ortadoğu’da çıkardığı savaşlardan en büyük zararı gören her zaman Türkiye oldu. Bunun son örneği Irak’ın işgaliyle sonuçlanan 1. ve 2. Körfez savaşlarıdır.
Birinci Körfez Savaşı’nda Saddam devrilmemiş, ancak Kuzey Irak, Bağdat’tan koparılmıştır. İncirlik’e konuşlu Çekiç Güç sayesinde Kuzey Irak’ta devlet yapısı oluştuğu gibi, bu bölge PKK için askeri ve siyasi açıdan güçlendiği bir yaşam alanına dönüşmüştür.
ABD’nin Irak’ı işgal ettiği Mart 2003 savaşından sonra PKK, Kuzey Irak’a iyice yerleşmiş ve Irak ordusundan edindiği ağır silahlarla Türkiye’ye karşı terör eylemlerini artırarak sürdürmüştür. Irak’ın işgaliyle ABD’nin askeri ve siyasi desteğini alan Kuzey Irak Kürt Yönetimi, bağımsızlığa yakın bir konuma ulaşmış ve Irak bölünmüştür.
Bu süreç, PKK terörüyle Türkiye’ye on binlerce cana mal olduğu gibi ekonomik ve siyasi açıdan da en büyük zararı vermiştir.
Türkiye, o günlerde, “kırmızı çizgi” olarak ilan ettiği Kuzey Irak’taki devletimsi Barzani yönetimini desteklemekte, Bağdat yönetiminden ise hızla uzaklaşmaktadır.
ABD’nin tepkisini çekecek kadar ilerleyen bu yakınlaşmaya yeni süreçte Abdullah Öcalan ve PKK da dahil edilmiştir.
Kuzey Irak’ta oluşan devlet yapısının Bağdat’tan kopması Türkiye’nin, “Irak’ın toprak bütünlüğü”nü esas alan politikasını kağıt üzerinde bırakmış durumdadır.

‘Kuzey Suriye’
Irak’taki bu gerçek karşısında, “Nasıl bir Suriye” sorusu önem kazanmaktadır.
Esad’ın yönetimden ayrılması halinde ortaya nasıl bir Suriye çıkacağını kimse bilmiyor. Suriye’nin Lübnan gibi bir mezhepsel ve etnik sürece sürüklenmesi olasılık dahilinde olduğu gibi Kuzey Irak’a benzer, PKK’nın uzantısı PYD’nin ağırlıkla kontrol edebileceği bir, “Kuzey Suriye” doğması da kuvvetle muhtemel. Bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırları, Bağdat ve Şam yönetiminden kopacak, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye Kürt yönetimlerinin kontrolüne geçecektir. Türkiye’nin bugün izlediği politika Kuzey Suriye’de, Kuzey Irak’ta olduğu gibi ayrı bir devletimsi yapı oluşmasına yardımcı olan bir politikadır. Tıpkı Çekiç Güç’le Kuzey Irak’ın oluşmasına yardımcı olduğu gibi.
Bu gelişmeler, Barzani ve PKK’nın nihai hedefleriyle uyumlu gelişmelerdir ama aynı şeyi Türkiye için söylemek zordur.