Gözde Yener Birman

Gözde Yener Birman

gozdeyener1@hotmail.com

Tüm Yazıları

Tuna Kiremitçi’nin, yeni romanı İstanbul’da köklü bir lisenin 1993 mezunlarını öldüren bir katili ve onun peşine düşen başkomiser Perihan Uygur’un soruşturmasını konu alıyor

Müthiş bir yazar. Öncesinde birçok kitabını okumuş; sade, akıcı ve derinlikli anlatımına hayran kalmış, kendisini tanıdıktan sonra mütevazi ve sanatla dolu ruhu da bunca eserin nasıl çıktığını destekler nitelikteydi. Tuna Kiremitçi hem bir yazar hem de müzisyen… Son kitabı bir polisiye romanı olan ‘Mezun Cinayetleri’ bir solukta okunuyor. Pandemide durmayıp hem bir kitap hem de bir albüm çıkaran sanatçı müziğin olmadığı yerde uygarlıktan bahsedilemeyeceğini savunuyor ki sonuna kadar bu sözün arkasındayım. Bugün Sevinç Pastanesi Sohbetleri’nde heyecandan elinizden düşüremeyeceğiniz ‘Mezun Cinayetleri’ kitabının yazarı Tuna Kiremitçi ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Mutlu haftasonları…

Haberin Devamı

- Yine sürükleyici, okuyucuyu yormayan ama merak ettiren harika bir roman olmuş. Yanılmıyorsam bu sizin ilk polisiye romanınız. Fikir nasıl doğdu buradan başlayalım mı?

Evet, ilk kez polisiye türünde kalem oynattım. Kitabın konusu epeydir aklımdaydı ama aslında emeklilik projemdi. Bir gün müzik yapamaz olursam sakin bir köye yerleşip suç romanları yazmayı düşünüyordum. Sonra malum pandemi geldi ve hayatlarımızı altüst etti. Tüm müzisyenler gibi ben de kendimi boşlukta, paralize olmuş halde buldum. O zaman fikrine önem verdiğim bazı yazar arkadaşlarım, “Hadi artık, otur şunu yaz!” dediler. Ben de arkadaş sözü dinledim. Artık yazmamak için bahanem kalmamıştı. Roman özetle İstanbul’un köklü bir lisesinin 1993 yılı mezunlarını art arda öldüren bir katili ve onu bulmaya çalışan başkomiser Perihan Uygur’un soruşturmasını anlatıyor.

Mezun cinayetleri
‘Gazetede görmüştüm’

- Yazmanın aslında cesaret istediği bir alan polisiye, siz bunun için ne gibi destekler aldınız ya da araştırmalarınız oldu mu?

Polisiye araştırma yapmadan yazılabilecek bir tür değil gerçekten. Kriminoloji, olay yeri inceleme, adli tıp, balistik gibi konularda pek çok şey öğrenmem gerekti. Bir de yerli emniyet teşkilatımızın işleyişini anlamak için birkaç polis tanıdığa danıştım. Karantina gecelerimi internette bulduğum adli otopsi raporlarını okuyarak geçirdim.

Haberin Devamı

- Hikayede başkomiser Perihan Uygur ve diğer kadın karakterler ile yerinde tespitlerle içimizdeki farklı kadın hallerini başarılı bir şekilde sergilemişsiniz. Peki, günümüz Türkiye’sinde iş dünyasındaki kadın-erkek ilişkisine nasıl bakıyorsunuz?

Başkomiser Perihan Uygur’u yaratırken yıllar önce gördüğüm bir gazete haberinden esinlendim. Haberde İzmir’de ekibiyle beraber elliden fazla cinayet vakasını çözen bir kadın amirden bahsediliyordu. Fotoğraftaki kadınınsa alıştığımız standart dedektif tipiyle ilgisi yoktu. Daha çok orta yaşlı, tatlı-sert bir öğretmene benziyordu. Yardımcısı komiser Ayla’ya ise bir zamanlar müzik yaptığım kulüpte karşılaştığım narkotik polisi genç kadın ilham kaynağı oldu. Yani hayatın içinden karakterler ikisi de. Cinayetleri çözmeye çalışırken bir taraftan da kadın olduklarından dolayı karşılaştıkları eşitsizliklerle uğraşıyorlar. Tüm işkollarında olduğu gibi. Bunca yıllık ömrümde bunu yaşamamış bir kadına rastlamadım. Polis, gazeteci ya da müzisyen fark etmiyor.

Haberin Devamı

- Siz edebiyatın yanında aynı zamanda yıllardır müzikle de uğraşan ve yine bu süreçte albüm çıkarmayı başarmış çok üretken bir sanatçısınız. Sizce müzik bu zorlu süreci atlatabilecek mi?

İtiraf edeyim, bu konuda hiçbir öngörüm yok. Müzisyen arkadaşlarımla konuşurken bazen umutlanıyoruz, bazen umutsuzluğa kapılıyoruz. Her gün başka bir ruh haline girmek de yoruyor insanı. Ben dijital teliflerle geçinebilen bir besteciyim. Ama bu imkânı olmayan müzisyenler için hayat gün geçtikçe ağırlaşıyor. Kendilerini küskün, çaresiz ve yorgun hissediyorlar. Müzik insanlığın en güzel keşfi. Müziği ve müzisyenleri tekrar kazanmazsak artık uygarlıktan bahsedemeyiz.

‘İyi bir kurgu matematik lazım’

- Çok sakin bir yapınız var ancak romanınız adrenalin yüklü. Okuyucunun bilmediği Tuna Kiremitçi hayatı nasıl algılıyor?

Zekâya âşığım. Analitik zekânın en iyi görüldüğü edebiyat türü de polisiye. Suç edebiyatında sadece güzel yazmak yetmiyor, aynı zamanda iyi bir kurgu ve matematik de gerekiyor. İşin bu tarafını heyecan verici buluyorum. Dünyaya duygularla zekâyı dengeleyerek bakmayı seviyorum çünkü. Öte yandan suç ve şiddet günümüz dünyasının ekmeği-suyu olmuş durumda ne yazık ki. En sevdiğim polisiyeler aynı zamanda sosyal sorunlara da ayna tutan, suç kavramını tartışmaya açan romanlardır. Ben de bu şekilde yazmak istedim. Heyecan ve adrenalinse polisiyenin olmazsa olmazları zaten. Hem edebiyatta hem de sinemada.

- Biz sizin polisiye romanınızı çok sevdik, devamı gelecek mi?

Başkomiser Perihan Uygur’u çok sevdim. Başka maceralarını da yazmak isterim. Zaten bence pek emekli olacak birine benzemiyor, kendisi bazen aksini söylese de.