Kültürsüzün bilgilisi, zenginin görmemişi gibidir. Görmemiş nasıl, zengin olduğunu belli etmek için her şeyin en pahalısını alır, etrafa para saçarsa kültürsüz bilgili de
"malumatfüruş" olur ve iki sütunluk yazısına on alıntı sığdırır.
Ama amaçı doğruyu aramak değil, aklındakinin doğruluğunu ispatlatmaktır.
Kitaplarda devletçiliğin lehinde ve aleyhinde de, liberalizmin lehinde ve aleyhinde de dünya kadar bölüm bulunur. Bu, ülkelerin belli şartlar altında ne devletçiliği, ne liberalizmi kullanmalarının ne lehte, ne aleyhte delilini oluşturur.
Türkiye Cumhuriyeti için ne devletçilik, ne liberalizm ne tu - kaka edilecek, ne ideal gösterilecek ekonomik sistemlerdir. Şartlara göre Cumhuriyet hükümetleri bunları kullanmışlardır ve uygulamada başarılı hükümetler iyi, başarısız hükümetler kötü sonuç almışlardır.
Ekonomik sistemlerin değil, hükümetlerin - veya iktidarların - iyileri ve kötüleri vardır.
Şimdi bir moda: Türkiye ne çekmişse devletçilikten çekmiştir. Bugün de liberalizme, onun özelleştirme veya tahkim gibi gereklerine karşı çıkanlar Türkiye'nin çağ atlamasını engellemektedirler.
Çağ atlamanın sembolü olarak sunulan Özal'dır!
Bu iddia, bin kitaptan alıntı yapıp şahit gösterseniz de bir deformasyondan ileri gitmez ve şahidiniz
meyhanecinin şahidi bozacıdan fazla kıymet taşımaz.
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren, içinde bulunduğu şartların gereği
"liberalizme açık bir devletçilik" uygulamıştır. Lord Curzon'un Lozan'da İsmet Paşaya söylediği gibi
"harap bir memleket"i sömürge şartlarını kabul etmezseniz, nasıl tamir edebilirdiniz? Ülkesini Dünya Krizinden çıkartabilmek için sadece
Hitler değil,
Roosevelt de devletçi bir ekonomi politikası uygulamamış mıdır?
"New Deal" başka nedir ki?
Devletçiliğe son! Nereye kadar?
Daha İzmir İktisat Kongresinde Atatürk yeni devletin özel sektöre de, yabancı sermayeye de açık olduğunu ilan ediyor; ancak bunun şartını ortaya koyuyordu. Onlar gelmezse,
"devlet yapacak"tı.
Devletçi olmakla suçlanan İsmet İnönü İstanbul'daki su, elektrik, gaz gibi yabancı şirketlerin mukaveleleri tamamlandığında devlet tarafından satın alınmış bulunmalarını sonradan eleştiren tuzu kurulara şu cevabı vermiştir:
"Bunlara yerli özel sermaye talip olmuş da, biz mi hayır demişizdir? O zaman öyle bir özel sermaye var mıydı ki?"Liberalizmin şampiyonu sayılan Celal Bayar
"Devlet kuracak, işletecek, onu devralacak özel sermaye çıktığında o alanı ona bırakacak; kendisi yeni alan açacaktır" demiştir. Menderes iktidarı liberalizmi sadece
"her mahallede bir milyoner yetiştirmek" diye anlamış, sermaye koymayan iş adamına sermayeyi koyarak ortak olmuş - böylece çok parayı çarçur etmiştir -, ama esasta devletçiliğin en koyusunu elden hiç bırakmamıştır.
Cumhuriyetin
"kahramanlık çağları"ndaki devletçiliğe en hararetli ve en içten övgü Türkiye'nin 1 numaralı girişimcisinden,
Vehbi Koç'tan gelmiştir:
"Biz sadece ağır sanayiyi değil, yetişkin elemanları da devlette bulmuş; onları kullanarak gelişmişizdir" demiştir.
Devletin kurduğu müesseselerin o değişim ve çağdaşlaşma yıllarında toplumun sosyal hayatında oynadığı çok esaslı rol bütün bunların dışındadır.
Anlamı maksatlı olarak çarpıtılmış
"globalleşme süreçi" Cumhuriyet Türkiyesinin bu
"devletçi - liberal" dengesini her halde kolay değiştirebilecek değildir.
Çünkü bu dengenin inançlı savunucuları Türkiye'de ayaktadır.
Yazara E-Posta: m.toker@milliyet.com.tr