Resmi adı ne olursa olsun, bu hafta Meclis’ten çıkan kanun hep RTÜK diye anılacaktır. RTÜK değişecektir. Zaten daha çıkarken onu değiştirecek kanunun tasarısı hazırlanmaktaydı ve hayli mesafe alınmıştı. Kanunun esası, değiştirilmesini gerektirecek kadar haklı da, haksız da tarafı bünyesinde birleştirmektedir. Bu ona şöyle bir bakmakla dahi görülebilmektedir. RTÜK’cüler, "yani bir ülkede televizyon ve basın gibi son derecede önemli kurumlar sanal kişilerin elinde mi kalsın?" demektedirler ve haklıdırlar. Bir takım belirsiz kişiler bunlara sahip olabilecekler ve memleketin o işlerini istedikleri gibi yürütebileceklerdir. Olur mu? Ama bu kişilerin sanal değil de, bilinen kişiler olması, sistemin sakıncasını tek başına önlemeye yeter mi? Elbette sorumlunun adının bilinmesi ortada sorumsuzların bulunmasından iyidir ama daha az sakıncalı bir formülü bulmak pekala kabildi. Burada söylemek istediğim tarafları tamamıyla haklı, veya tamamıyla haksız bulmanın pek de kolay olmadığıdır.
Buna karşılık Meclis’te uygulanan usullerin tasvip edilecek hiçbir tarafı yoktur. Düşünmek lazımdır ki "yoklama" gibi hayati önemde bir mekanizma öylesine dejenere edilmiştir ki Başkan tarafından, bunu laçka edenlere karşı alaylı bir şekilde "bu defa yoklama istemiyor musunuz?" diye sorulmuştur. 20 kişilik bir grup önce "faka basarak" "evet" demiş, sonra yoklama başlamışken, muhalefet vazgeçtiğini bildirmiştir. Çünkü bir madde okutulup oya konulurken, muhalefetten 20 kişi derhal ayağa kalkmakta ve yoklama istemekteydiler. Bir, iki, üç, dört; bu kadar kısa zaman içinde - iş, iki dakikalık süredir - aynı 20 kişinin 20’sinin birden çişinin gelmesine dahi imkan yoktur. Bu, çok kaba ve gülünç bir engelleme taktiğiydi. Ama RTÜK’ün bu haliyle mutlaka geçmesini isteyecek kadar ölçüyü kaçırmış koalisyon gruplarının görüşmelere, fikrini söylemek için dahi katılmayı reddetmesi o derece anlamsız bir davranıştır. Daha acıklısı, koalisyon liderlerinin Ecevit hariç - Allah’tan hastaydı - mubassır gibi gece yarılarına kadar kabine sıralarında oturmayı göze alırcasına küçülmeleriydi. Bu kanunun görüşülmesi sırasında Meclis’in manzarası son derece hazindi; ve korkutucu.
Asıl korkutan
Türkiye Cumhuriyeti için asıl korkutucu olanı, bu davranışı onun sineye çekmesiydi. Böyle bir Meclis, bugün Cumhuriyet’in temeline egemendir.
Vaktiyle Menderes de, kendi grubuna dönüp "sizler isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz" diye aynı kudreti ona atfediyordu. RTÜK’ü bu şekilde geçiren bir Meclis neyi geçirmeyi reddedebilir ki?
O grubun - DP - egemen olduğu Meclis’in başına dünya yıkılmıştır. İş çok daha önemsiz, fakat "fiili bir durum" olan Tahkikat Komisyonu’na gelince, "Menderes’in sivil darbesi" Türkiye’deki sağlam kuvvetlerin askere dayanan ilk antidemokratik darbesi haline gelmiştir.
Böyle bir ihtimale "RTÜK olayı" gibi olaylar kapı açar mı? Milletvekilleri sorumluluklarını bilmezler ve iradelerini bu kadar kolay ipotek altına aldırtırlarsa tekrarlanır, tekrarlanır, tekrarlanır: Sinek küçüktür ama mide bulandırır.
O günleri yaşamış olan birinden bir küçük uyarı!