Dünyanın neresinde olursa olsun bir lokanta masasında, ellerinde hesap pusulası,
"ben veceğim / hayır ben vereceğim" kavgası yapan iki kişi görürseniz, emin bulunabilirsiniz ki bunlar
Türktür.
Bilmiyorum,
"sen vereceksin / hayır sen vereceksin" kavgası yapanlar da var mıdır ama genelde uygar toplumlar bunu çözmüşlerdir: Paylaşmak suretiyle. Buna bizde bazen
"Alman usulü" denilir. Bazen de fransızca deyim kullanılır:
"Chacun pour soi = Herkes kendi hesabına".
Bu
"chacun pour soi" lafı yakında, hiç beklenilmeyen bir yerde okunacaktır.
İsmet İnönü daha genç bir
"zabit"ken,
1910'lardan itibaren günlük bir küçük not defteri tutma adeti edinmiştir. Buraya hemen hemen devamlı şekilde, o güne ait bir şeyler kaydetmiştir.
Şimdi bunlar geniş - ve izahlı - bir kitap halinde toplanmaktadır; çalışmalar bittiğinde
Yapı ve Kredi Yayınlarında çıkacaktır. Defterlerin çoğu,
Ece acendalarıdır. Bunların
28 Şubat 1962 tarihini taşıyan yaprağında şu yazmaktadır:
"Çelik Palas. Büyük akşam yemeği. Chacun pour soi".28 Şubat 1962'de
İsmet İnönü Başbakandır. Ama ne, başkasının parasıyla yemek yemektedir. Ne de başkasına, parasını ödeyerek yemek yedirmektedir. Halbuki
Başbakanların ellerini ceplerine sokturmamak adettir; bu
Türk misafirperverliğinin bir icabı sayılır - ve öyledir de.. - Yahut
Başbakanlar çok zaman bir kuş sütünün eksik bulunduğu ziyafetler verirler;
örtülü ödenekler biraz da bunun içindir.
Ne o, ne bu. Keyifle büyük bir akşam yemeği Başbakanla birlikte yeniliyor ve
"chacun pour soi".Türkiye'de pek sık görülen bir olay değil.
"Devlet malı, deniz.."
Aslında bunun, kendi başına hiç bir önemi yoktur. Buraya da bir takım hükümler çıkarmak, ahkam kesmek için alınmamıştır.
İsmet Paşa, Başbakan veya değil, davetli olarak da ziyafetlerde bulunmuştur; başkalarını özel parasıyla yemeğe çağırdığı da olmuştur. Burada
"eski zaman devlet adamları" ile
- "eski zaman" derken hatta
Demirel, ama mutlaka
Özal öncesi kastedilmektedir - bugünküler arasındaki bir fark belirmektedir. Devletin imkanları
"Cumhuriyetin kahramanlık yılları"nda özel hayatta değişiklik sağlamak için kullanılmamıştır; bunu öyle kullanmak onların aklına gelmemiştir. Devlet hizmetinde bile bunları çok dikkatle, Özal ölçülerine vurursanız "pintice" sarfetmişlerdir. Ancak sonraları, devlet biraz rahata kavuştuğunda
"Türkiye Cumhuriyetinin şanı" daha bir düşünülür olmuştur; özellikle dış temaslarda buna da dikkat edilmiştir.
Şimdi aklıma, gazeteci olarak izlediğim gezilerde
"devleti en yüksek düzeylerde temsil edenler"in, kalmak için seçtikleri oteller geliyor.
Menderes / Köprülü, İnönü / Erkin, Demirel / Çağlayangil hep, klasik - rabıtalı - ağırbaşlı - fiyatı makul otellerin ortaboy dairelerinde kalırlardı.
Görmemişlik ilk defa
Özal ile başladı, onun yetiştirmeleri tarafından sürdürüldü.
Demirel bile
"görmemişlik"i - ve başka bir çok şeyi -
Özal'da görüp heveslendi. Bütün ışıkları ezip geçen ve vatandaşları yollarda bekleten, uçsuz bucaksız otomobil kafileleri de
- Çiller bunlara bir de motosikletliler ekledi - o devrin hatıralarındadır. "Terzi Müberra"lar da..
* * *
Kim bilir belki
yeni Cumhurbaşkanının kendi özel yaşamını
"devlet imkanları"na el sürmeden sürdürmesi bunun için pek hoşa gidiyor. Ama
Cumhurbaşkanının hele dış devlet hizmeti görürken bunları elbette makul, ancak
"Cumhuriyetin şanına layık" ona toz kondurmayacak şekilde, gerekirse alışkanlık ve tercihlerini bir kenara koyarak kullanacağı ondan beklentilerin bir başkasıdır.
Yazara E-Posta: m.toker@milliyet.com.tr