Yakın siyasi tarihimizde
Demokrat Partinin (DP) yükselişi ve özellikle batışı inanılmaz değerde ibret dersi taşıyan bir olaydır. Bugünün politikacıları ve bugünün medya mensupları için..
Ne var ki bunlar genelde - istisnaları vardır ama "istisna kuralı bozmaz" - toplumun en az okuyan kimseleri arasındadır. Halbuki gerekli ibret dersini almak olayı bilmekle kabildir; olayı öğrenmenin yolu ise okumaktır.
Yakın siyasi tarihimizde
DP'nin harikulade bir kaderi ve çok hazin bir akibeti olmuştur. Kaderini toplumun demokrasiye özlemi çizmiş,
DP bunun temsilcisi olarak yükselmiş,
"sebeb - i hikmet"ini kulak ardı edince kaçınılmaz akibetiyle karşılaşmıştır. Yükseliş devrinin kredisini
"Kurucular"a - en ziyade de
Celal Bayar'a - vermek doğru bir değerlendirme olduğu gibi çöküşte büyük sorumluluk payını
"olayların düzeyine çıkamayan" Meclis Grubuna - yani,
milletvekillerine - yüklemek aynı derecede doğru bir teşhistir.
"İktidarda DP"nin, başından itibaren üç kuvvet odağı oldu:
Celal Bayar - Adnan Menderes - Meclis Grubu. Bayar'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden onun Hükümet kurma görevini
Menderes'e vermesine ve
Menderes'in bir
"yıldızlar kabinesi" teşkiline, ilk adımlarda bu üç güçün ittifakı baş rolü oynadı. Ancak daha sonraları, hele
1954 ve
1957 seçimlerini izleyen, nihayet
27 Mayısa giden günlerde partiyi doğru yola döndürebilecek başka dengelere ihtiyaç oldu:
Menderes - Meclis Grubu, Bayar - Meclis Grubu ittifakı gibi.. Bunlar zaman zaman tomurcuk verir ümidi de doğurdu. İlki,
Bayar'ın
"İnce demokrasiye paydos!" felsefesinin uygulanmasını frenleyebilirdi; ikincisi
Menderes'in parti üzerindeki sultasını kırabilir, her şeyi normal boyutlara geri çevirebilirdi.
Bu bir ara
"DP Grubunun isyanı", "Nedim Ökmen olayı", "Yırcalı'nın Meclis Başkanlığı çıkışı" olaylarında bayağı dalgalanmalar yarattı. Her seferinde
"Bayar - Menderes ittifakı" DP'ye egemen çıktı. Meclis Grubu açıkta kaldı ve
"harikulade kader", "hazin akibet"e dönüştü. Bunların ayrıntıları
"yakın siyasi tarihimizin okunması"ndadır.
Bugün söylenecek olan şudur:
"O zaman, hiç olmazsa Meclis Grubu diye bir güç vardı". Bu güç tekrar yerine konmadıkça - o da sadece bir ümittir ya.. -
"liderler demokrasisi"nden beklenecek sağlıklı hiç bir gelişim olamaz.
Taşeronlu demokrasi
Denilecek ki
"Meclisteki partilerin Grupları, anlı şanlı başkanları, yöneticileri yok mu?" Var da, muntazam
"kapalı toplantısı" olmayan Grupların bir
"kıymet - i harbiye" taşımaları bahiskonusu değildir. Zira milletvekillerinin fikirlerini, görüşlerini serbestçe söyleyecekleri, gerekirse liderleriyle tutulacak politika üzerinde
pençe pençe tartışacakları yer orasıdır. Yoksa, Grup toplanacak; salonda milletvekillerinden başka dünya kadar kimse bulunacak; lider kürsüye çıkıp
"sayın milletvekilleri, sayın basın mensupları" diye başlayan bir nutuk atacak; sonra o yerine otururken milletvekilleri ayağa kalkıp alkışlayacaklar: Çekiver kuyruğunu öyle Grup toplantısının. Bugün milletvekilleri liderleriyle taşeron aracılığıyla konuşabiliyorlar.
Hatta ta 1980'e kadar partilerin nabzı kapalı basın toplantılarında atardı ve gazetelerin Ankara muhabirlerinin değeri onları çözmedeki başarılarıyla ölçülürdü.
Çok partili siyaset hayatımızın hiç bir döneminde milletvekilleri liderleri tarafından bu derece küçümsenmemişlerdir.
Yazara E-Posta: m.toker@milliyet.com.tr