Hristiyan aleminin bir
Aziz'i ile birbuçuk saat başbaşa görüşmek nasıl bir histir diye soracak olursanız, "pek hoş bir his"tir. Üstelik,
Hazreti İsa'nın son Aziz'i gayet tatlı, babacan bir adamdı.
Bunun hikayesini yandaki bir sayfada bulacaksınız.
Hazreti İsa'nın son Aziz'inin o zaman söylediği bir söz, gerçekten düşündürücüdür:
"Mesele, alışmak meselesi. İnsan alışınca müsamaha kendiliğinden geliyor". Hazreti İsa'nın son Aziz'i belirtmişti ki, neye ve niçin alışıldığının anlaşılması lazımdır.
Atatürk'ün 1930'lardaki dini görünüş alanında bazı uygulama değişikliklerinden bahsediyordu;
"Atatürk'ün bu şekilde davranışının sebebini mükemmelen anlıyorum" dedi.
"Şaşıranlar arasında müslüman din adamları, imamlar da vardı" diye ekledi. Kiliselerde son duaların söylendiği çeşitli dillerin arasında Türkiye'de bulunulduğu halde türkçenin olmadığını da farketmiş ve bunlara o,
"Tanrı mübarek olsun! Tanrının aziz adı mübarek olsun!"u eklemişti. Önce yadırganmıştı. Sonra herkes alışmıştı. Tanrı, bir değil miydi?
Hazreti İsa'nın son Aziz'i sözlerini şöyle bağlamıştı:
"- İnsanların kalbi aşk ile dolu bulunursa, her şey öylesine kolaylaşır ki.."Kırk yıl öncenin görüşmesini yeniden okurken, birden
Hafız Nuri beyi hatırladım.
Hafız Nuri bey benim
Galatasaray'daki ilkokul 1. sınıf öğretmenimdi.
Atatürk'ün ezanı türkçeleştirmek için görevlendirdiği din adamları arasındaydı ve o nefis metne onun da katkısı olmuştu. Bu ezan hala kulaklarımdadır. İbadete çağırılanın dilindeydi.
"Luther'cilik oynayanlar"
Şimdi düşünüyorum da
Vatikan'daki o mülakatın yapıldığı
1962 yılında, türkçe ezanı geri getirme yolundaki ciddi bir takım hevesler, belki bir daha indirilmeyecek şekilde rafa kaldırılmıştı. Heveslenenler
27 Mayısın bazı genç ve idealist subaylarıydı. Sonda, cesaret edememişlerdi.
Ama, neye cesaret edememişlerdi?
Türkçe ezan Türkiye'de hiç bir zaman yasaklanmamıştır ki.. İsteyen, okur. Bir ara yasaklanan
"ezanın türkçeden başka dillerde" - yani
arapça - okunmasıydı.
DP 1950'de iktidara geldiğinde ilk iş olarak bu yasağı kaldırmıştır. Türkçe ezan konulduğundan beri - mürteciler demeyeyim ama -
"bir geçmişin özlemi içindekiler" tarafından hedef alınmış, kaldırılsın diye uğraş verilmiştir. Buna alışılmaması için her şey yapılmıştır. Demokratlar, partileri kurulduktan sonra mücadeleyi su yüzüne çıkarmışlardır ve resmen olmasa bile propagandalarının ana temalarından biri seçmişlerdir.
Bunu bana hatırlatan
Hazreti İsa'nın son Aziz'inin o görüşmede söylediği
"Mesele alışmak meselesi. İnsan alışınca müsamaha kendiliğinden geliyor" sözü oldu. Ne var ki aksine alışılmasın diye el altından - ve el üstünden - koyu çaba harcanırsa, bazı eski ve anlanmalarını bile kaybetmiş alışkanlıkların yenilmesinin güçlüğü ortadadır. Hem bunu yapacaksın, hem de sonra ortaya çıkacak,
"suret - i hak"tan görünerek devrimleri
"halk tarafından tutulmuş ve tutulmamış" diye ikiye ayırıp istemediklerini tu - kaka ilan etmek edeceksin; bu, biraz fazla akl - ı evvellik olmuyor mu? Başı, en olmadık yerlerde bile kapalı tutma için bugün koparılan fırtınalar bunun bir başka örneği değil midir?
Bir takım
"geçikmiş Luther'ler" islam dininde reforma heveslenirlerken Hristiyanlığın yeni
Aziz'lerinin tutucu değil, ilerici - hatta devrimci - Papalardan seçilmesi her halde düşündürücü bir yan taşımaktadır.
Yazara E-Posta: m.toker@milliyet.com.tr