Son bir iki gün içinde siyaset hayatımızda cereyan etmiş bir çıkış ile bir giriş iki ilginç yoruma yol açtı. Çıkış, Başbakanın "Soykırımı çıkışı"dır. Giriş, "M. Ali Bayar'ın politikaya girişidir". Bunların iki de basında bol mürekkebe, görüntülü medyada ise çok lafa mal oldu.
Olaylar gerçekten bunu hakedecek düzeydeydi. Yorumların iki tanesi, ötekilerin üstünde dikkatimi çekti. Evvela yazarları "önemli kimseler"di. İlki "Türkiye'nin en büyük gazetesinin genel yayın müdürü" idi ve görevini olaylara ağırlık koyacak şekilde yapıyordu: Ertuğrul Özkök. Bizim meslekte bu görevin ifasında başlıca iki tercih vardır: Ağırlığı gazetenin yönetimine vermek; ağırlığı ülkenin yönetimine vermek. Özkök, hele son zamanlarda açıkca ikincisini seçmişe benzemektedir.
Ötekisi, "çocukluk hastalığı" dönemini bu sefer aşmış görünen - halbuki 1960'lılar ve 1970'liler bunu başaramamışlardı - bir aydın genç kuşağın "en beğenilen yazarı" olarak takdim edilmektedir. Gerçi kendisini bu duruma getiren başarılarını o alanda değil de daha spektaküler ve daha orta yaşın ilgisini çeken başka alanlarda vermiştir. Bazı saplantıları görmezden gelinirse, yerinin ehlidir: Can Dündar.
İkisi de, son iki olayı pek değişik ve etkileri düşünülecek olursa hayli de sakar şekilde yorumlamışlardır. Özkök'ün seçtiği başlık: Emektar "Erica" ile vedalaşma zamanı'dır. Can Dündar'ınki ise: Hanedan demokrasisi.
Yanılma mı? Yanıltma mı?
Hürriyet Genel Yayın Müdürü "Soykırım çıkışını" bir pot olarak görmektedir ve böyle bir potu Ecevit'in nasıl olup ta kırdığına pek şaşmaktadır. Zira Hürriyet Genel Yayın Müdürü hem bir inancın sahibi, hem de onun yayıcısıdır. En ziyade Özkök'ün himmetiyle Türkiye'de pek çok kişi Ecevit'i dış politika alanında son derece mahir sanmaktadır. Özkök bunu şuna dayandırmaktadır.
İsmet Paşa gibi bir üstadın yanında 1957'den 1970'e kadar çalışma fırsatı bulmuş bir kimsenin böyle bir melekeyi elde etmemiş bulunması imkansızdır.
Halbuki durum böyle değildir: Şahsi duyguların, gelip geçici eğilimlerin ve kapkaç sevdalanmaların teşhislerde hiç yer bulmaması gereken dış politikada Ecevit, o en büyük zaafından kurtulamamaktadır. İnönü bunu gayet erken farketmiştir. Olaylara bakıldığında görülecektir ki İsmet Paşa bir yabancı ile yaptığı bazı görüşmelerde Ecevit'i yanında sadece tercüman olarak bulundurmuştur. Dış politikayı ise bazen Turhan Feyzioğlu ile bazen Nihat Erim'le yürütmüştür. İnönü'nün bu sıralarda yayınlanmış "Defterler"inde bu husus gayet açık şekilde belirtilmektedir. Hatta Ecevit'in bazı davranışları Paşayı endişeye bile sevketmiştir: "Dış politikada bir maceranın başarıya ulaşması ona sadece başarılı macera niteliği verir."
İnönü'nün dış politikada maceralardan hiç hazzetmediği bilinmektedir.
Hürriyet Genel Yayın Müdürü "Soykırımı gafı"nda kusuru "Emektar Erica"da bulmaktadır. Erica, Ecevit'in kullandığı yazı makinasının markasıdır. Ancak yazı makinaları onlarda ne yazılırsa, kağıda onu dökerler.
O yüzden Erica Ecevit'in bir başka devlet adamlığı kusurunun suç ortağıdır. Ondan çıkan yazıları hiç kimseye göstermeden, üzerinde de düşünmeden sanki devlet sözüymüş gibi yerli ve dünya kamuoyuna alelacele sürmesi.
YARIN: Yeni lider adayı hakkında