Metin Toker

Metin Toker

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye'de saygınlığını henüz yitirmemiş az kavramdan biri olan hukuk da genel akibete yakında kavuşacak gibi görünüyor.
Hukukçuların eliyle ve o da, siyasete bulaştırılarak..
Başka her hangi bir memlekette "hukuk"tan bu kadar çok konuşulduğunu işittiniz mi? Üstelik, bir takım yüksek hukuk müesseselerinin başında bulunanlar uzun uzun ve sayfalar dolusu "nutuk"larında o müesseselerin değil, kendi özel - çok zaman da taraflı - görüşlerini söylüyorlar. Biz Yargıtay Başkanının adli yılı açış konuşmasını önceden Yargıtay üyelerine, hatta onlardan seçkin ve temsil niteliği olan bir heyete gösterdiğini sanıyor musunuz? Yahut, pek gösterişli tarzda alıntılar yaptığı yerli/yabancı mümtaz ve tarihi şahsiyetlerin hiç olmazsa isimlerini onlara duyurduğunu?
Eğer bu "nutuk"ların kimlere seslendiğini merak ediyorsanız, ertesi günkü gazetelerde "akis verenler"in isimlerine bakabilirsiniz. Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'un son adli yıl açış konuşması için FP Genel Başkanı Recai Kutan "Muhteşem!" demiştir. Aynı törende konuşan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Eral Özgen'in sözleri ise, Cumhuriyet gazetesine manşet olmuştur.
Hukuktan bahseden hukukçulara, yargının sorunlarını gözler önüne seren ve eleştirilerini söyleyip çareler gösteren yüksek yargıçlara, anayasa veya yasalar üzerinde meslekdaşlarının düşüncelerini belirten baro başkanlarına şapka çıkarılır ama - çünkü ihtisaslarını konuşturmaktadırlar - "sokaktaki adamın konuları" hakkında fikir beyan eden bu kimselerin o sözlerine "sokaktaki adamın fikirleri"nden daha fazla önem vermek kabil değildir.
Onların da, elbette, o konulardaki yüksek, fakat özel düşüncelerini açıklamak vatandaşlık haklarıdır, ancak bunun yeri "sıfatları dolayısıyla" konuştukları resmi toplantılar olamaz. Buna ancak "fırsatçılık" denilir ki bunu onların o sıfatlarına yakıştırmak güçtür.

"Yargıçlar devleti"

Hukukun çok ayak altında dolaştırılmasının başka bir sakıncası daha vardır. Hukuk bir pozitif ilim değildir. - Kaldı ki pozitif ilimlerde bile teorilerin çatıştığı görülmektedir -. Hukuk anlayışı, bir kanunun şöyle veya böyle yorumlanması zemine, zamana ve kimseye göre - hiç olmazsa bir ölçüde - değişebilir. Bunu illa "taraf tutma"ya bağlayamazsınız. Fethullah Hocanın tutuklu mu, tutuksuz mu yargılanması gereği hakkında bir mahkemenin şöyle, bir mahkemenin böyle karar vermesini Genelkurmay Başkanının yadırgamasını yadırgamak kabildir. Vaktiyle, DP döneminde, 1954 seçiminden sonra Yüksek Seçim Kurulunun hemen bütün şikayetleri aynı oranla - 7/4 idi - muhalefet lehinde sonuçlandırması da iktidarın hışmına uğramış ve meşhur "Görülen lüzum üzerine.." kanununun çıkarılmasına yol açmıştı.
Ancak o tarz değerlendirmeler başkadır, yüksek yargıçların "siyasi fikir" söylemeleri başkadır. Bu, şüphesiz, kararların siyasi eğilimlere göre verildiği izlenimi doğurur ki o da yüksek yargıçların - ve kademe kademe bütün yargıçların - siyasi fikirlerinin, ifade şekli başka olan "siyasi irade"nin üstüne çıkmasının yolunu açar.
Demokratik rejim açısından "askerler devleti"nin sakıncalarını görüp de "yargıçlar devleti"ninkilerini pas geçmek pek de makbul bir davranış sayılmayabilir.



Yazara E-Posta: m.toker@milliyet.com.tr