Türkiye, koalisyon hükümetleri görmüştür. Bunların, başında İsmet İnönü gibi büyük özelliği aydınlık kafası olan ve ne istediğini bilen kimseler oturduğu zaman bile ne güç işlediğine tanıklık etmiştir. Koalisyonlar her ortağın kendi tarafına çekmek istediği hükümetlerdir. Bunlar bir noktada mutabakat sağladıklarında koalisyon yürür; Başbakan bunu gerçekleştirmede aciz kaldığı hallerde yerini yenisine bırakır. Bunda illa Başbakan kusurlu sayılmaz; huysuz partnerlerin en sabırlı Hükümet başkanlarına nasıl kan kusturduğu Türkiye'de bilinir. Türkiye'de yaşanmamış, bir Başbakanın
"bizim alternatifimiz yok" diye ömrünün son fırsatını
"ne olursa olsun" zihniyetiyle sürdürme çabasıydı.
Şimdi, bu yaşanıyor.
Türkiye Cumhuriyetinin
resmi dili türkçe dışındaki "bir kısım vatandaşlarca kullanılan ifade vasıtası" - adını koyalım:
kürtçe - devlet tarafından öğretilmeli, devletin radyo ve televizyonlarında yayılmalı mıdır? Olacak şey mi, bu? Bunun sonu gelir mi ve bütün vatandaşların ödedikleri vergi buna tahsis edilebilir mi? Böyle ihtiyatsız bir adım, akıl durduracak sayıda bölge ve topluluğu
"Bize de.. Bize de.." diye ayağa kaldırır. Fransa'da Korsika bunun örneği.
Ama siz bir özel radyo ve televizyonda
Japonca yayın yapabilir,
Japonca eğitim verecek özel okullar, kurslar açabilirseniz bu hakkı başka dillerden
- mesela kürtçeden - nasıl esirgersiniz? Tabii hepsi devletin denetiminde ve kanunların hükümleri içinde olacaktır. Bir dil, o dilde ne söyleniyorsa ancak onu ifade eder; kendisinin bölücülüğü / bütünleştiriciliği yoktur.
"Buna değmiş, buna değmemiş" usulü af!
Ama bu karışık kafa, daha kısa vadede ve daha geniş ölçüde Türk toplumunu inanılmaz bir huzursuzluğun içine itecek tertiplerin peşindedir. Akıl almaz tarzda
- "Bülent, bu çocuğun babasını kurtaralım!" - şişesinden çıkarılmış dev, af, şimdi ne yapılacağı bilinmez bir heyula halini almıştır.
Alsan alamazsın, satsan satamazsın. Devin en az zararla tekrar şişesine sokulmasına çalışacak yerde Başbakan ve ortakları sinekten yağ çıkarmaya bakmaktadırlar.
Çünkü kafanın bir niteliği
karışıklık ise, bir diğeri
oyunculuktur. "Çocuğun babasını kurtarma"dan iş,
"Hocayı kurtarma"ya gelmiştir ve şu anda bütün partiler utanç verici pazarlıklar içindedirler. Böyle oyunların ters teptiğini ve çok şey isteyenin hiç bir şey alamadığını unutarak.. Üstelik kamuoyu bir defa daha
"Her şey, yapanın yanında kalacak" korkusuyla son derece hassastır ve bir
"kara liste" adeta dokunulamaz hale gelmiştir. Buna karşılık partilerin de
- mesela MHP'nin - mutlaka affettirmek istediği - bazısı kanlı katil - isimlerden oluşan
"aklama listesi" bulunuyor.
Affın kapsamı üzerinde fazla oynandığı takdirde Anayasanın eşitlik ilkesinin zedelendiği ve ister istemez
"ipini koparanın dışarıya salıverilmesi" mecburiyetini doğurduğu henüz unutulmamıştır.
Buna müsaade etmeme durumundaki makam ve kuruluşların bütün sindirme tertiplerine
karşı koyma cesaretini göstermeleri tek umudu oluşturuyor.