Haber Merkezimiz tarafından yakalanan ve birinci sayfamızdan gösterilen özel haber
"Cumhurbaşkanının statüsü" konusunun ilk defa bugün gündeme getirilmediğini gözler önüne seriyor. O zaman bunu itekleyen
Demirel'di; bugün
Ecevit'tir. Ancak iki
"demirbaş politikacı"nın davranışlarında ortak bir yan vardır: İkisi de,
onların keyfine göre hareket etmediğinden dolayı Cumhurbaşkanına ateş püskürmektedirler ve bu onları saygı sınırlarının çok dışına itmesinden başka - futbol deyimiyle -
"kontrpiye"de de bırakmaktadır.
Zira Cumhurbaşkanlarının statüsü dillerin ucunda değil, anayasanın satırlarındadır. Bu anayasa, genelde kabul edildiği gibi
"Magna Carta'dan bu yana en kötü anayasa" olsa ve hele yazılışı itibariyle bir
karmaşa yumağı oluştursa bile.. Nitekim özel haberde bildirildiği gibi
TBMM Başkanı gayet net şekilde ifade etmiştir ki
Cumhurbaşkanları anayasaya göre sadece
"göreve başlarken içtikleri ant" ve Meclisce
"Devlet Başkanlığı görevine layık görülmüş değerli kişilikleri" ile bağlıdırlar. O kadar.. Ne ona
"Çankaya Noteri" adını yakıştırmak, ne onu
"tarafsızlığını ihlal" ile suçlamak, ne de anayasada yeri bulunmayan bir takım
"imza mecburiyetleri" yüklemeye kalkışmak bu gerçeği değiştirmektedir. Anayasanın
"Cumhurbaşkanının sorumluluk ve sorumsuzluk hali" başlığını taşıyan
105. maddesi de bunu aynı açıklıkla ortaya koymaktadır.
Cumhurbaşkanının
"bazı tutum ve davranışları"nı eleştirmek, onun
"bütün görüşleri"ni paylaşmamak, bırakınız siyaset adamlarını, vatandaşların hakkıdır.
1973 genel seçimlerinden sonra
Cumhurbaşkanı Korutürk çoğunluğu bulunmasa da Hükümeti kurma görevini önce
"en fazla sandalyaya sahip" partinin genel başkanına vermekle öteki partinin genel başkanına göre
"yanlış" yapmış sayılabilir. Kaldı ki kendisi
Çankaya'ya çıktığında, 28 Şubatı takiben o da aynı yönde tercih kullanmıştır.
Korutürk ilk Başbakan adayı güvenoyu alamayınca, hiç yüksünmeden, görevi ikinci Başbakan adayı
Demirel'e verecekti. Verdi. Sonra
Demirel Hükümeti
"Güneş Moteli operasyonu" ile düşürülmüş de olsa, yerine mecburen
Ecevit'i görevlendirecekti. Görevlendirdi. Onun hükümeti güvenoyu alınca da, Cumhuriyet Hükümeti o olacaktı. Oldu. Bunda elbette
Demirel'i
"tarifsiz hırçınlıklar"a itecek, Cumhurbaşkanını
"tarafsızlığını yitirmek" ile suçlayacak bir taraf yoktu.
Bugün de,
Sezer'in bir Kanun Hükmünde Kararnameyi
(KHK) imzalayıp imzalamaması
Ecevit'in
"Aksini düşünmek bile istemiyorum.." tarzında, üstü pek az kapalı tehdit şimşekleri sallamasının sebebini oluşturamaz. Hele bunların çakaralmaz şimşeklerden ibaret bulunduğu
"5 + 5" olayları gibi olaylarda ve daha önce ortaya çıkmışken..
"5 + 5" formülü çöpe gitmiş, ama ne bir kriz patlamış, ne bir şeyler çatırdamıştır.
Olsa olsa
"dehşetengiz Ecevit" yeni bir formülle Meclis ve kamuoyunda arz - ı endam etmiştir.
Bu sefer de, telaşa hiç yer bulunmadığı çabuk görülecektir.
* * *
Hani bir fıkra vardır: Kahramanı, eşeğini kaybetmiş
Nasreddin Hoca mıdır; yoksa silahı saklanmış
kabadayı mıdır, pek hatırlamıyorum. Ama her kimse
"Hele bir bulunmasın.. Hele bir bulunmasın.." diye tehditler savururmuş da kayıp bulunduğunda sormuşlar:
"Bulunmasaydı, ne yapacaktın?" diye.. O kimse de
"Ne yapacaktım, yenisini alacaktım" cevabını vermiş. - Belki
Hasan Pulur doğrusunu yazar da, hafızalarımızı tazeleriz -.
Onun gibi bir şey..
Ama boş yere
"Yangın var!" diye bağıran çobanın evi gerçekten yandığında, ciddiye alıp da yardımına kimsenin koşmadığı hep hatırlardadır.
Yazara E-Posta: m.toker@milliyet.com.tr