Askerin politikadan elini eteğini çekmesi zamanı gelmiştir. Şurası gerçektir ki
yüksek komuta heyeti açık şekilde siyasi etkenlik almış ve artık sivil yönetimin
itaatkar bir hizmetkarı olma rolüyle yetinmez hale gelmiştir. Sivil yönetim de
askeri komutanlar üzerindeki anayasal otoritesini kullanmak istememektedir.
Komutanlar sivil toplumun moral sağlığı konusunda son derece karamsar görüşler ifade etmektedirler ve bazı askeri ahlak değerlerinin onlara benimsetilmesi gereğine inanmaktadırlar. Buna paralel tarzda hükümette de askere çevrik beklentiler etkisini arttırmaktadır.
Yalnız dış politikanın ülkeyi karşı karşıya bıraktığı güvenlik sorunlarında değil, birer sivil toplum meselesi sayılması gereken terorizm ve uyuşturucu ticareti gibi konularda da askeri çözümlere gittikçe daha geniş ölçüde başvurulmaktadır. Bundan dolayıdır ki askerler kendi içlerinde önemli sivil hususlara acele müdahale yetkisi bulunan yeni birimler ihdas etmektedirler.
* * *
Yukardaki satırlar - mahsus, "tırnak içinde" yazmadım -
Amerikalı ünlü siyasi yazar
William Pfaff'ın kaleminden çıkmıştır ve
International Herald Tribune gazetesinin
14 Ağustos 2000 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Türkiye'ye bir atıf dahi yoktur. Belki
Türkiye'yi ilgilendiren husus bazı
"eksantrik çevreler"in yükselttikleri
"Askere de ne oluyor?" tarzı itirazların nasıl havada kaldığını göstermesi ve bu tutuma demokrasi yaldızının yapıştırılmaya kalkışılmasının ne kadar komik düştüğüdür. Hiç bir yerde, Amerika gibi demokrasiler dahil,
askerin ülke ve toplum sorunlarının dışında bulunması bahiskonusu değildir. Asker, ayda yaşamamaktadır.
Mesele askeri ve sivil otoritelerin birbirleriyle dengesinin sağlıklı tutulmasıdır. Nerede sivil yönetim kendi rolü ve ağırlığının idrakinden uzaklaşırsa orada askerin rolü ve ağırlığı kendiliğinden artmaktadır.
Hükümetlerin, geçirmeye kudretlerinin yetmediğini sezinledikleri bazı hususlarda dayatmalara,
Meclisi baypas ederek ve
Cumhurbaşkanları üzerinde dehşet estirerek
"Asker istiyor!" diye kalkışmaları, sivil otoritenin ağırlığını arttıracak bir davranış değildir. Tam, aksi.
Kaldı ki askerin neyi isteyip neyi Hükümetin idrakine bıraktığı gayet iyi bilinmektedir.MGK temenni söyler
Milli Güvenlik Kurulu (MGK) arada değiştirilen anayasalara rağmen
1961 Anayasasında ifadesini bulan gerçek fonksiyonunu hiç yitirmemiştir:
Askerin görüşünü sivil yönetime aksettirir. Sivil yönetim bu görüşe itibar eder veya etmez; etmezse ne yapar, ederse bunun gereğini nasıl yerine getirir, bu tamamile onun bileceği iştir. Asker, daha
28 Şubat'tan itibaren, devlet mekanizmasında
- belki de Fethullah Hocanın meşhur "takiye formülü"yle - yuvalanmış odakların tasfiyesini Hükümetlerden
"önemle" istemektedir. Önemle ve ivedi olarak.. Anayasanın buna engel teşkil etmediği herkesçe kabul edilmektedir. Ama Meclisteki çokluğunda bunun gönüllüsünü yeterli sayıda görmediği için 57. Hükümetin bunu anayasal yollardan ayrılarak mutlaka
KHK ile sağlaması
Askerin ne istediğidir; ne de, isteği olabilir.
Onun için
yarınki MGK toplantısında Askerin Cumhurbaşkanıyla karşı karşıya geleceği söylentileri
- ve tehdidi - son bir zorlama teşebbüsünden başka şey olmadığı gibi
"Anayasal yoldan niçin gitmiyorsunuz?" sorusunun
"Fethullah koruyucusu"ndan sorulması çok daha büyük ihtimaldir.
"Kulağa üfleme" değil,
"essah" haberler bu yöndedir.
"Asker istiyor!" da, asker ne istiyor?
Her halde,
"beceriksiz sivil"e kalkan olmak değil..
Ne Amerika'da, ne Türkiye'de.
Yazara E-Posta: m.toker@milliyet.com.tr