BOSTON
Hiç bir ülkenin halkı, kendi basınından memnun değil.
Dünyada
Basın Hürriyeti Günü ilan edilen
3 Mayısta 50. yılını kutlama törenlerinin kapanışını görkemli şekilde yapıp dağılan
Milletlerarası Basın Enstitüsünün (IPI) 49. Genel Kurulunda tesbit edilen durum, bu.
Son toplantı yeri
Faneuil Hall, tarihi bir özgürlük ve bağımsızlık mabedi. 250 yaşında. Bugün
"en büyük demokrasi" sayılan Amerikan demokrasisinin temelleri burada atılmış. Ama şu anda bu
"en büyük demokrasi"nin halkı gözünde Amerika basını, itibarı bakımından,
sıfır. İtibarını düzeltmeye bakıyor. Sadece
itibarını değil,
inanırlığını da kaybetmiş.
Belki bir kaç
Iskandinav ülkesi haricinde başka yerlerde de
- İngiltere, Fransa, Almanya, hatta
İsviçre gibileri dahil - vaziyet farklı değil.
Ama hiç bir toplantıda
"basın hürriyetine saygısız" olanlar sayıldığında bunların adı geçmiyor. Hatta bunlar o hürriyetin
şampiyonluğunu yapıyorlar. Buna karşılık konu ele alındı mı, adeta otomatik şekilde parmaklar
Türkiye'yi gösteriyor. Hemen her halde
Türkiye kara listeye ekleniyor.
Bu son toplantıda da böyle oldu.
Internet'e kısıtlama getiren - veya getirmek isteyen - ülkeler olarak
Çin, Rusya sayılırken bir de bakıldı, içlerine
Türkiye de sokuşturulmuş!
İşin kötüsü şu:
IPI'da hiç kimse bunu yadırgamadı. Yani
"Türkiye değil mi? Onu da yapar.." havası herkese egemendi. Allahtan IPI'in Türkiye Milli Komitesi Başkanı
Sami Kohen müdahale etti ve tabii, haksız yere konulmuş Türkiye'nin adı çıkartıldı.
Ama şimdi, şu gerçeğe bakınız
IPI 1950'de kuruluyor. Türkiye demokratik parlamenter rejime geçmenin şevki içinde. 15
"kurucu peder"in bir tanesi,
Ahmet Emin yalman.
Bu yeni basın örgütünün ilk kınaması ise kime?
Türkiye'ye! Türkiye'de artık başka rüzgarlar esiyor. Yıl 1956. Hürriyet havarisi olarak iktidara gelenler o özelliklerini unutmuşlardır. Kınama sebebi basın özgürlüğünü son derece kısıtlayan yeni kanunun TBMM'den çıkarılmasıdır.
Bir yıl sonra Yalman'ın kendisi, 80 yaşındaki Hüseyin Cahit Yalçın ve sıra sıra AKİS mensubu demir parmaklıkların arkasına atılıyor ve Ankara Cezaevinin adı "Ankara Hilton"a dönüşüyor.
Bu gel - gitin, bahar havasını takip eden kocakarı fırtınalarının tam
yarım yüzyıldır Türkiye hakkında böyle bir
"milletlerarası izlenim" yaratmış olmasının kusuru yabancıların omuzlarında bırakılabilir mi?
Bitsin artık bu ayıp
Bütün konuşulanlardan, Macarların
Macar hükümetinden, Polonyalıların
Polonya hükümetinden, Korelilerin
Kore hükümetinden ve daha başkalarının kendi hükümetlerinden şikayetleri dinlenilirken ortaya çıkan gerçek şu oldu: Her şeye rağmen basın özgürlüğü Türkiye'de gerçek basın için çok yerde olduğundan daha ilerdedir.
Bölücülük, terör ve şeriatçılık bazı kısıtlamalar getirse de
"Hükümeti ve yöneticileri eleştiri", suistimallerin üzerine gitme, devlet katındaki yolsuzlukların ipliğini pazara çıkarma, rüşvet ve
vurgunculukla mücadele Türk basının bugün adeta
"alamet - i farikası" halindedir.
Öyle olunca acaba daha ziyade "derede boğuluyor" bir halimiz yok mu?
Şöyle, Mecliste çok gösterişli bir şekilde
"Demokrasiye dönüş" kampanyası gerçekleştirilebilse Türkiye
"damgalı sanık" etiketinden kurtulacaktır.
"Hukukçu bir Cumhurbaşkanı" bu görüntünün gerçekleşmesini kolaylaştıracaktır.
Yazara E-Posta: m.toker@milliyet.com.tr