Nil Kural

Nil Kural

nil.kural@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Beş filmdir süren “Alacakaranlık” serisi sonlanıyor. Gitgide ‘kan kaybeden’ seri, heyecansız bir finalle noktalanıyor

2008’de “Twilight / Alacakaranlık”la başlayan, gişede büyük ilgi gören ancak kalitesi çok tartışmalı filmlerle devam eden seri, “Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2” ile bitiyor. Serinin gişe başarısını sonuna kadar kullanma refleksi, özellikle bu ve bir önceki filmle birlikte göze batan bir hal alıyor.
Stephenie Meyer’ın aynı adlı romanlarından uyarlanan filmlerde, son roman bir filme sığmayacak malzeme içeriyormuş gibi ikiye bölünmüştü (Kıyas için “Yüzüklerin Efendisi”nin üç filmle sinemaya uyarlanabildiğini hatırlatalım). Son kitabın ilk bölümünde, insan Bella ve vampir sevgilisi Edward dünyaevine girmiş; Bella filmin finalinde zorlukla bir çocuk dünyaya getirmişti. Bu zorlu doğumda hayatı tehlikeye girince de serinin başından beri istediği şeye kavuşarak büyük aşkı Edward tarafından vampire dönüştürülmüştü. İkinci film vampir olmuş Bella ile açılıyor. Duyarlılığı artan, ilk avını başarıyla gerçekleştiren güçlü bir vampire dönüşen Bella, güzel isimli (!) çocuğu Renesmee, artık cinselliği doyasıya yaşayabildiği kocası Edward ve onun ailesi Cullen’ların oluşturduğu geniş aileyle aradığı mutluluğa kavuşur. Ancak vampirlerin İtalya’daki üst mertebesi Volturiler, Renesmee’nin yasak olan vampir çocuklardan biri olduğuna hükmederler ve çocuğu yok etmek için harekete geçerler. Cullen’lar çocuğun yarı vampir yarı insan olduğunu kanıtlamak için vampir dostlarını, akrabalarını tanık olarak toplayarak hazırlık yaparlar. Önceki filmlerin aşk üçgeninin Bella ve Edward’ın dışındaki üçüncü köşesi olarak tanıdığımız kurt adam Jacob ise Renesmee’ye bağlanmış; filmdeki terimle ‘mühür’lenmiştir. Diğer bir deyişle, çocuğu korumayı kendisine görev edinmiştir.

Sınırlı malzeme
Bu filmin dışında “Şafak Vakti Bölüm 1”in de yönetmenliğini üstlenen Bill Condon, yapımda romantizm ve aksiyon arasında bir denge kurmaya çalışıyor. Ancak elindeki sınırlı malzeme buna fazla imkan tanımıyor. Tanıklarla teker teker tanışmamız; Bella’nın vampir güçlerini kullandığını kanıtladığı, babasıyla ne yapacağını düşündüğü gibi sahneler, karakterleriyle uzun süre geçirdiğimiz, sonuca bağlanan bir serinin finalinde değil, ancak
bir ilk filmde eğreti durmazdı.
Filmde alıştığımız aşırı dozlu romantizmin içinde farklı gibi duran tek unsur Volturilere karşı Cullen ailesinin teşvikiyle toplanan vampir tanıkların bir otorite figürüne karşı çıkar gibi olmaları... Ancak onların da derdi eninde sonunda aynı konuya yani Bella’nın aşkını ve yuvasını korumaya bağlanıyor. Yani bu karşı çıkış, serinin başından beri hayattaki tek amacı, aşkını, sonsuz bir gençlikle ebediyen yaşamak olan, sürekli Edward’sız nefes alamadığını tekrarlayıp duran ve feminizm açısından bir utanç tablosu Bella’nın hikayesine yapılan abartılı bir katkı sadece. Sondaki zirve hissi vermeyen zayıf savaş sahnesi, yavan diyaloglar ve uzayan sahnelerle film, seriye zayıf bir final olarak ekleniyor.

Haberin Devamı

“Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2 / The Twilight Saga: Breaking Dawn Part 2”
Yön.: Bill Condon
Oyn.: Kristen Stewart
(Bella Swan), Robert Pattinson (Edward Cullen), Taylor Lautner (Jacob Black), Peter Facinelli
(Dr. Carlisle Cullen),
Elizabeth Reaser
(Esme Cullen), Ashley Greene (Alice Cullen), Jackson Rathbone
(Jasper Hale)
Sen.: Melissa Rosenberg
Gör.: Guillermo Navarro
Müz.: Carter Burwell

Haberin Devamı

“Dağ”

Haberin Devamı

Güneydoğu’da dört asker

Bahadır Boysal’ın çizgi romanından uyarladığı “Büşra”dan hatırlanabilecek Alper Çağlar’ın yönettiği “Dağ”ın başrollerinde Çağlar Ertuğrul, Ufuk Bayraktar, Fırat Doğruloğlu ve Mesut Akusta var.
Filmde dört asker telsiz tamir etmek için çatışmaların olduğu dağa çıkarlar. Burada pusuya düşerler.
Bir süre sonra zengin bir ailenin oğlu olmasına rağmen vatani görevini yerine getirmek isteyerek bedelli askerliği seçmeyen kısa dönem asker (Ertuğrul) ve arıza lakaplı, disiplin cezalarıyla askerliği uzayan alt sınıftan
Bekir (Bayraktar) baş başa kalırlar. Ellerindeki kısıtlı mühimmatla ‘düşmanı’ öldürüp güvenli bir yere
gitmeye çalışırlar.
“Dağ”, Türkiye’nin güneydoğusunda uzun yıllardır süren çatışmayı ve bunun ülkeye yaşattığı acıları popülist, militarist söylemlerin dışına çıkamadan ele alıyor.
Filmin sinematografi, diyalog ya da karakter yaratma gibi konularda elle tutulabilir hiçbir tarafının olmaması bir yana, “Dağ” çok büyük bir dikkat ve çok büyük bir sorumluluk isteyen bir konuya alabildiğine özensiz ve tek boyutlu bir yaklaşım sergileyen ve sağduyulu bir anlatım yerine yaşanan mağduriyetin yarattığı öfkeyi yine öfke kusan bir üslupla istismar konusuna dönüştürmeyi seçen bir yapım.

“Gözetleme Kulesi”

Altın Koza’nın yıldızlarından bir dram

Pelin Esmer’in bol ödüllü filmi

Pelin Esmer, “Oyun” adlı başarılı belgeselinin ardından amcası Mithat Bey’in hikayesinden yola çıkan ve koleksiyoner olan Mithat Bey’i kurmaca bir öykü içine yerleştirdiği “11’e 10 Kala”yla izleyici karşısına çıktı. Genç bir yönetmen olarak bu iki filmdeki olgun anlatımıyla takdir toplayan Pelin Esmer “Gözetleme Kulesi”nde de başarılı çizgisini sürdürüyor.
Filmin ana karakterlerinden biri olan Seher (Nilay Erdönmez) Batı Karadeniz’de Tosya’da bir otobüs firmasında hostes olarak çalışır, garda küçük bir odada kalır. Edebiyat okuduğunu öğrendiğimiz Seher’in ailesinden ve okuldan kopmasının ve kendisini tecrit etmesinin bir nedeni vardır. Aynı yerde, bir yangın gözetleme kulesinde bekçi olarak çalışan Nihat (Olgun Şimşek) ise kimseye yakın olmak istemeyen, yalnızlığı seçmiş bir adamdır. Seher’in çok zor bir anında Nihat ona yardımcı olacaktır.
Esmer, farklı nedenlerle vicdanlarıyla hesaplaşan ve herkesten uzak durmak isteyen karakterlerini birbirlerine adım adım yaklaştırırken bir kez daha serinkanlı ve olgun bir anlatım yakalıyor. Erdönmez ve Olgun’un filmin tonuna uyum sağlayan başarılı performansları, zor durumda kalan insanların hem gücünü hem güçsüzlüklerini yansıtan senaryoyla birleşince ortaya son dönem Türkiye sinemasının övgüyü hak eden filmlerinden biri çıkıyor. Özellikle Seher’in durumu üzerinden ataerkil toplumun köşeye sıkıştırdığı kadınların dramını da göstermeyi başaran Esmer’in filminin yarıştığı Adana Altın Koza’dan En İyi Yönetmen ve En İyi Kadın Oyuncu’nun (Erdönmez) da aralarında olduğu beş ödülle döndüğünü hatırlatalım.