Nil Kural

Nil Kural

nil.kural@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Pek çok kitabı bulunan bir seriden uyarlanan “Jack Reacher”, başrolündeki Tom Cruise’a “Görevimiz Tehlike”den sonra yeni bir seri emanet ediyor

Başrolünü üstlendiği, şimdilik dört filmi çekilen “Görevimiz Tehlike / Mission Impossible” serisinin ardından Tom Cruise “Jack Reacher” ile yeni bir seriyi üstleniyor gibi görünüyor. İngiliz gerilim yazarı Lee Child’ın şimdilik 17 kitaba ulaşmış serisinden uyarlanan “Jack Reacher”, Amerika’da gösterime girmek için daha yanlış bir hafta bulamazdı.
Çünkü film, keskin bir nişancının bir binanın tepesinden altı atışla, rastgele beş insanı öldürmesiyle başlıyor. Suç mahallinde bulunan ipuçları katil olarak Barr adında Irak’ta görev yapmış bir askere işaret ediyor. Barr yakalanınca konuşmayı reddedip Jack Reacher adlı birini çağırıyor. Reacher, başarılı bir askeri kariyere sahipken her şeyi bırakıp emekli olmuş bir askeri müfettiş ve ne iş yaptığı da pek belli değil. Barr’dan Irak’ta yaşanan bir olay yüzünden nefret eden ve onun soğukkanlı bir katil olduğunu düşünen Reacher, Barr’ın avukatı Helen’ın baş müfettişi oluyor. Reacher, olayları araştırdıkça katilin Barr olmayabileceğini düşünmeye başlıyor.

Başarılı senarist bu kez yönetmen koltuğunda
“The Usual Suspects”, “Valkyrie”nin de aralarında olduğu filmlerin senaristi olarak tanınan Christopher McQuarrie’nin yönettiği filmde, Tom Cruise’un “Mission Impossible” serisinin Ethan Hunt’ından pek de farklı bir portre çizdiği söylenemez. Belli ki uzun soluklu bir seri olması planlanan “Jack Reacher” ise Hollywood işi alışılageldik bir polisiye-aksiyonun ötesine geçemiyor. Reacher pek ilginç olmadığı gibi, film ne bir aksiyon ne de sıkı bir polisiye olay örgüsü sunabiliyor.
Filmle ilgili tek ilginç olan yön, filmin baş kötüsü Zec’in müthiş Alman yönetmen Werner Herzog’a emanet edilmiş olması. Ağır aksanlı İngilizce’siyle karizmatik bir kötü sunan Herzog, “Jack Reacher”ı benzerlerinden ayırmak için tek neden.

Haberin Devamı

“Jack Reacher”
Yön.: Christopher McQuarrie Oyn.: Tom Cruise (Reacher), Rosamund Pike (Helen), Richard Jenkins (Rodin), David Oyelowo (Emerson), Werner Herzog (The Zec)
Sen.: Christopher McQuarrie
Gör.: Caleb Deschanel
Müz.: Joe Kraemer

Haberin Devamı

Kabaca ya da kibarca fark etmez

Yeni Zelandalı yönetmen, kara komedi “Kibarca Öldürmek”te ABD eleştirisi peşinde

Yönetmen Andrew Dominik, Eric Bana’yı dünya sinemasına tanıttığı seri katil filmi “Kasap” ve Brad Pitt’li müthiş Western “Korkak Robert Ford'un Jesse James Suikastı”yla sadık bir izleyici kitlesi edindi.
Bu kez, yine Brad Pitt’i başrolüne yerleştirdiği “Kibarca Öldürmek / Killing Them Softly”
ile kara mizahla dolu bir yapım ortaya çıkarıyor ve günümüz Amerika’sını biraz fazla vurgulu bir şekilde eleştiriyor.
George V. Higgins’in 1974 tarihli romanı “Cogan’s Trade”in uyarlaması olan film; iki acemi soyguncunun küçük suçlar işleyen bir adamın teşvikiyle, yüksek meblağlarda paranın döndüğü bir kumarhaneyi soymasıyla başlıyor. İçleri rahat çünkü paralarının peşine düşen mafyanın hıncını kumarhanenin sicili temiz olmayan sahibi Markie Trattman’dan çıkaracaklarına eminler. Ancak mafyanın kiralık adamı Jackie’nin (Brad Pitt) devreye girmesiyle hesapların sadece Trattman’ın tartaklanmasıyla kapanmayacağı anlaşılıyor.
Film adını, tanıdıklarını öldürmeyi sevmeyen, “kibarca öldürmekten” yana olan Jackie’den alıyor. Sıradan bir suç filmini andıran yapım, arkada sürekli açık televizyondan gelen Barack Obama konuşmalarıyla derdinin yeraltı dünyasıyla değil, ABD’nin kurulu düzeniyle olduğunu gereğinden fazla kereler vurguluyor. Özetle, “ABD mafya tarafından yönetiliyor, mafya da şirket gibi işliyor” diyen film, Obama yönetiminin de “öldürdüğünü” ama öncekilerden farklı olarak “kibarca” öldürdüğünü ima ediyor. “Kibarca Öldürmek”, suçlular arasında mizahi diyalogların ağırlık kazandığı bölümlerde ister istemez Quentin Tarantino tarzını anımsatan, Amerika ile söylediklerinde ise onlarca mafya filminin ve tabii ki Scorsese’nin ilk döneminde ima ettiklerine yeni bir ekleme yapmıyor. Ancak filmin, stilin öne çıktığı profesyonelce bir anlatımı olduğu ve bazı sahnelerin müthiş çekildiği ise tartışılmaz.

Haberin Devamı

“Cherry’nin Hikayesi”

Porno endüstrisine bir bakış

ABD yapımı dram filmi “Cherry’nin Hikayesi / About Cherry”, yönetmen Stephen Elliott’ın ilk yönetmenlik denemesi. Filmde, Angelina (Ashley Hinshaw) adlı 18 yaşındaki genç kızın, çıplak fotoğraflar çektirerek kazandığı para ile evden ayrılıp San Francisco’ya yerleşmesiyle gelişen olaylar konu alınıyor. Porno endüstrisine de bulaşan filmde Hinshaw’un yanı sıra James Franco ve Heather Graham rol alıyor. Film, bu yıl Berlin Film Festivali’nde Panorama bölümünde izleyici karşısına çıkmıştı.

“Bekarlığa Veda”

Düğün demek kadın arkadaşlar için kriz demek

Hollywood’a göre kadınlardan oluşan bir arkadaş grubunda birinin evlenme kararı, kalan diğerlerini komplekse ve bunalıma sürükleyen bir gelişme. Geçen yılın sürpriz bir başarı elde eden “Nedimeler / Bridemaids”inin ardından Lesyle Headland’in yönettiği “Bekarlığa Veda / Bachelorette” da benzer bir izleği takip ediyor.
Lise günlerinden beri yakın olan bir arkadaş grubunun ‘domuz surat’ lakaplı üyesi Becky (Rebel Wilson), erkek arkadaşının evlenme teklif ettiğini açıklar. Buna şaşıran mükemmel görünme iddiasındaki Regan (Kirsten Dunst), lisedeki erkek arkadaşından beri düzenli ilişkiden kaçınan Gena (Lizzy Caplan) ve zekaca pek parlak bir tip olmayan Katie (Isla Fisher), Becky’nin düğünü için buluşurlar. Ancak gelinin katılmadığı, kendi aralarında yaptıkları bekarlığa veda partisi düğünü mahvedebilecek sürprizlere gebedir.
“Nedimeler”in tersine izleyiciyi gülmenin mümkün olmadığı esprilere boğan, sorunlu ve sevimsiz karakterlerinin çırpınışlarıyla sıkan film, komedi olmaya çalışırken istemsizce drama meylediyor.

“Elveda Katya”

Antalya’dan ödüllü

Bu yıl yarıştığı Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, başrolündeki genç Rus oyuncu Anna Andrusenko’ya En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandıran “Elveda Katya”, Ahmet Sönmez’in ilk filmi.
Batum’da bir yetimhanede büyüyen Katya (Andrusenko), 18 yaşına gelince buradan ayrılır ve babasının Trabzon’da yaşayan bir kaptan olduğunu öğrenir. Babası Yunus Kaptan’ı (Kadir İnanır) bulan Katya, hem babası tarafından muhatap alınmaz hem de halk, Rus olduğu için ona önyargı ile yaklaşmaktadır.
Film; Yunus Kaptan’ın karakteri tam geliştirilmemiş izlenimi verirken diğer karakterlerin fikir değişimlerinin altının da doldurulmadığını hissettiriyor. Filmin duygusal çözülmelerinin, finale yakın karşımıza çıkmaya başlayan tiratlar aracılığıyla verilmesi ise bir dram için zayıflık olarak görülebilir. Ama “Elveda Katya”, başarılı oyuncu performansları içeriyor ve sürpriz finaliyle izleyicinin kalbini fethetmesi mümkün.

“F Tipi Film”

F tipine karşı birlik

Grup Yorum’un projesi “F Tipi Film”de
9 yönetmen; Ezel Akay, Sırrı Süreyya Önder, Barış Pirhasan, Aydın Bulut, Hüseyin Karabey, Reis Çelik, Vedat Özdemir, Mehmet İlker Altınay ve Grup Yorum, 10’ar dakikalık kısa filmlerle F tipi cezaevi uygulamasını anlatıyorlar. Filmin oyuncu kadrosunda
ise aralarında Tansu Biçer, Erkan Can ve
Fırat Tanış’ın olduğu isimler var.
Kısa filmler, mahkumların yaşadığı tecridi izleyiciye gösterme peşindeler. Bu uygulamanın psikolojik etkilerinden, yakınlarının yaşadıklarına, ölüm oruçlarına uzanan filmlerle konu enine boyuna işleniyor. Filmin politik mesaj izleyiciye ulaşıyor ama sinemasal açıdan bir bütünlüğü olduğunu söylemek güç.

“Kod Adı: Venüs”

Yerli aksiyon

Tamer Garip’in ilk filmi “Kod Adı: Venüs”, 1960’lı yıllarda Kıbrıs’ta geçiyor. Yasemin adlı bir ajanın Kıbrıs’ta bir İncil aramasını konu alan aksiyon türündeki filmde, Jolie Myatt, Jonny Lee Kemp, Cengiz Bozkurt ve Serhat Harman rol alıyorlar.