Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçen salı günü, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Amerikalı meslektaşı Hillary Clinton ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından, Washington’dan gelen bir haber, Türkiye’nin İran sorunundaki rolü hakkında zihinleri karıştırdı.
AP Ajansı’nın ismini açıklamadığı bir yetkiliye atfen aktardığı bir demece göre, Bayan Clinton Türkiye’nin İran’ı baskı altında tutmaya yönelik uluslararası çabalardan “uzak durmasını” istemiş...
Haberin sadece bu cümlesi esas alınarak başlıklara yansıyınca, olay Türkiye’nin İran sorununun çözümü sürecinde artık “devre dışı” bırakıldığı şeklinde algılandı.
Oysa gerçek tam olarak öyle değil. Aynı haberde belirtildiği gibi, Hillary Clinton, İran’la nükleer anlaşmazlığın çözümü için müzakerelerin, BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesiyle Almanya’nın oluşturduğu “altılar” grubu tarafından yönetilmesi gerektiğini söyledi ve Tahran’ın da diyaloğunu bu grupla sürdürmesi için ikna edilmesini istedi.

Önce “altılar”...
Şimdi biraz geriye dönelim. Türkiye geçen mayısta Brezilya ile birlikte İran’ı “uranyum takası” anlaşmasını imzalamaya razı etmişti. Bu anlaşma, daha önce İran’ın reddettiği esasları içeriyor, yani 1200 kilogram uranyumun Türkiye’de değiş-tokuşunu öngörüyordu.
Türk diplomasisi bunu büyük bir başarı olarak ilan ederken, ABD, Rusya ve Çin’in de dahil olduğu daimi üyelerle birlikte, Güvenlik Konseyi’nden alelacele İran’a karşı “ek yaptırım” tasarısını geçirdi.
Şu anda yaptırımlar uygulama aşamasında. Ama “Altılar” İran’la müzakerelere de kapıyı açık tutuyor. Kısaca dedikleri şu: “Tahran anlaşması sadece 1200 kilogram uranyum takasını öngörüyor. Oysa bugün İran’ın elinde zenginleştirmeye başladığı bir o kadar uranyum daha var. Dolayısıyla bu miktarı da içeren yeni bir anlaşmaya ihtiyaç var. ‘Altılar’ bu amaçla yeni müzakereler başlatmaya hazır. Eğer İran yaptırımlardan kurtulmak istiyorsa, bu grupla oturup görüşmelidir...”
Bayan Clinton, Davutoğlu’na asıl bu yeni inisiyatifin desteklenmesi gerektiğini söylerken söz konusu olan işte bu süreçtir.
Peki, Tahran anlaşması süreci ne olacak? Açıkçası bu kâğıt üstünde kalan bir anlaşma. “Altılar” grubu yaptırımlardan vazgeçilmesi için, mutlaka Tahran anlaşmasının kapsamının (İran’ın elindeki bütün uranyum stoklarını içerecek şeklinde) genişletilmesini istiyor.
Davutoğlu’na göre, “iki süreç paralel şekilde” yürütülebilir. Yani bir yandan İran’ın yeni bir anlaşma için masaya oturması sağlanabilir, diğer yandan da Tahran anlaşması “güven artırıcı” bir süreç olarak kullanılabilir.
Ancak “Altılar” önceliğin ve ağırlığın yeni bir anlaşma için müzakerelere verilmesinde ısrar ediyorlar. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov da geçen gün bu yönde bir beyanda bulundu. Hatta İran “Altılar”a Türkiye ve Brezilya’nın dahil olması teklifinin kabul edilemeyeceğini söyledi.

Devrede, ama...
Bununla beraber, Türkiye İran ile “Altılar”ın yeni bir müzakere süreci başlatması için, devrede kalıyor. Ancak bu bir “yardımcı rol” niteliğinde...
Nitekim Clinton ile görüşmesinin ardından Davutoğlu’nun iki hamlesi oldu: İstanbul’da, İran’la “Altılar” adına müzakereler için yetkili kılınan AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ile, ertesi gün de Lizbon’da İran Dışişleri Bakanı Mutteki ile görüştü. Amaç, “İran-Altılar” müzakere sürecinin başlamasına bir aracı olarak yardımcı olmak.
Tahran anlaşması süreci “donmuş” da olsa, yeni müzakere sürecinde Türkiye var. Yani Türk diplomasisi gene devrede. Ama bu kez “yardımcı rol”de...