04.03.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:
E. İpek Türer / ipek.turer@milliyet.com.tr
“İlham noktam hayatın kendisi”
Şebnem Bozoklu (Oyuncu)
Benim için önemli olan oynayacağım kadını yürüyüş yaparken, kahve içerken gözümde canlandırabilmek. Gerçek kadınlardan esinleniyorum, ailemden, arkadaşlarımdan, renkleriyle ayakta kalmış kadınlardan... Veya hiç tanımadığım, önümden geçen kadınlardan. İlham noktam hayatın kendisi.
Oynadığım karakterler eğitimleri, aileleri, sosyal sınıfları bakımından birbirine benzemese de genelde dik başlı kadınlardı. Ses çıkaran kadınlar olmasından da memnunum. Çünkü erkek egemen dünyanın herhangi bir noktasında saldırıya uğrayan kadın haberi görmeye gözümüz alıştı. O yüzden dik olmak, ses çıkarmak, bunu kabul etmediğimizi söylemek iyi.
Sektördeki kadın senarist ve yönetmenlerin artmasıyla kadın hikayelerinin daha gerçekçi ve hayatla paralel bir hal aldığını gözlemliyorum. Bence çok olumlu ve güzel bir çizgide ilerliyoruz. Kamera arkasındaki kadın sayısının artması hepimiz için çok daha güzel olacak.
Rol model olacak kadınlar dizi filmlerdeki karakterlerden çok hayatın içinde, yaşadığı topluma bir şeyler kazandırmış, yaptıkları ve düşündükleriyle bir grubu etkisi altına almış ve değiştirmiş gerçek insanlar olmalı.
“Hislerimden yola çıkıyorum”
Gökçe Bahadır (Oyuncu)
lAslında eskiye göre artık daha güçlü kadın karakterler var dizilerde. Erkeğin gücünün farkında olan ama kendi ayakları üstünde duran, bir hayat felsefesi olan kadınlar izliyoruz.
Dizilerdeki karakterler rol modeli olmalı mı ayrı bir tartışma konusu ama ben olduğunu düşünüyorum. Sonuçta diziler hayatımızın büyük bir kısmını kaplıyor ve izlerken kendimizi o dizilerin içinde buluyoruz. Dolayısıyla özendirici unsurlar içeriyor.
Karakteri anlayabileceğim rolleri seçmeye çalışıyorum. Hayatta bir duruşu olan karakterler seçiyorum.
İçgüdülerimden, hislerimden yola çıkıyorum sonra tabii ki izlediklerim ve gördüklerimden ilham alıyorum.
“Bu iş gönül işi”
Nihan Kahraman (Yönetmen asistanı)
Çalışma saatleri ve durumu çok dengesiz. En büyük problem de bu. Bir projeye başladığımda bırak sosyal hayatı, aileyi yaşamsal zorunluluklarımı bile zor yerine getirdiğim anlar olabiliyor. Hayatla bağın kopuyor! Ne bayram ne hastalık...
Kendimi setin yöneticisi olarak tanımlarsam, toplumumuz genelde “kadın” yöneticiyi pek sevmez. Nadir de olsa duygusal yanımızın kullanıldığını düşünüyorum. Ama artık sendikanın da varlığıyla “Önde kamera arkada dayanışma” diyerek birbirimizi tutuyoruz. Yani kadın olduğun için sözünün dinlenmemesi hali eskide kaldı.
Yaptığım işte bir kadın olarak erkeklere göre farklılık yarattığımı düşünmüyorum. Öyle düşündüğümde “Bu benim işim değil” demeye başlarım ve bu set dünyasına en aykırı cümledir.
Bu iş tamamen gönül işi. İnsan gönül verdiği şeyden nasıl vazgeçer ki? Kızarım, küserim ama kalkar “Hadi abi” der yürürüm.
“O kadınlar benimle büyüyor ”
Ece Yörenç (Senarist)
Bir karakteri yaratırken üç boyutlu olmasına gayret ediyorum. O karakterin bende yaşaması lazım önce ki ete kemiğe bürünebilsin. O yüzden onu tanımak için sorular sorar, cevaplar alırım. Kadın karakterler, -gerçek hayatta da olduğu gibi- erkek karakterlerden daha renkli ve zenginler. Ruh hallerinin kolayca değişebilmesi, reaksiyonlarının zenginliği, samimiyetleri, konuşkanlıkları, empati yetenekleri, dış görünüşleri, beden dilleri (susarken bile) bir hikayeyi rengarenk yapar.
Yazdığım karakterlerin seslerinin farklı olmasına, birbirlerine benzememelerine özen gösterdim. Her hikayede farklı dünya kurmaya çalıştığım için de mutlaka geçmişte yazdığım kadın karakterle bugünküler arasında farklar vardır. “Kuzey Güney”de küçük bir hayata sıkışmış, kurtulmaya çalışan Cemre’yle, “Cesur ve Güzel”de dağ taş babasının ama bir o kadar tutsak olan Sühan arasında, “Korludağ” kadar fark var. Ama kadınlar şimdi daha cesaretli, daha yüksek sesli. O kadınlar da benimle büyüyor tabii ki.
Benim için ayakları yere basan bir kadın her şeyden önce gerçek olmalı. İnandırıcı bir geçmiş hikayesi olmalı. Bir senaryo karakteri gibi konuşmamalı, gerçek üzülmeli, sevinmeli, gerçek gülüp ağlamalı, gerçek isyan etmeli, sevmeli...
“Felçli bir anneyle büyüdük ve sebebi şiddetti”
Merve Girgin (Yönetmen)
Bir yönetmen olarak kadın olmaktan çok anne olmanın zorluğunu yaşadım. Çünkü çekim bitse montaj, montaj bitse sonraki bölüm senaryo çalışması derken dizi yönetmeninin işi hiç bitmez. Bu yoğunluğun içine bir de annelik ve uykusuz geceler eklenince hem fiziksel hem psikolojik olarak çok zorlayıcı oluyor.
Kadınların erkeklere oranla daha çok empati kurabildiğine inanıyorum. Daha duyarlı ve açığız. Tabii ki çok beğendiğim erkek yönetmenler de var. Dolayısıyla da yönetmen; kadın olursa daha başarılıdır ve fark yaratır demek yanlış olur bence.
Eskiden beri bu ülkede kadına karşı şiddet, cinsel istismar hep vardı ancak bu derece göz önünde değildi. Toplumun gittikçe bilinçlenmesiyle bu olaylar daha çok gün yüzüne çıktı. Dolayısıyla da yönetmenler, senaristler, yapımcılar da bu olaylara dikkat çekmek ihtiyacı hissediyor. Zaten herkesin yakın çevresinde en az bir mağdur olduğunu düşünüyorum. Mesela annem, genç kızlığında babasının ve abilerinin uyguladığı şiddete dayanamayarak kendini camdan atmış. O kadar büyük bir eziyet çekiyormuş ki ölümü kurtuluş saymış ama ölmemiş, felç kalmış. Sonra evlenip felçliyken beni ve abimi doğurmuş. Biz felçli bir anneyle büyüdük ve bunun sebebi şiddetti! Televizyonda ve sinemada buna ne kadar dikkat çekebilirsek, ne kadar çok insana ulaşabilir ve bir bilinç oluşturabilirsek o kadar az kadının canı yanacak.