08.02.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
Türk tiyatrosunun divası Yıldız Kenter oyunculukta 55’inci yılını kutluyor. Kenter’in derin çizgilerle işlenmiş yaşamını sunduğu "Hep Aşk Vardı" adlı oyunu 55’inci sanat yılı kapsamında İş Bankası Yayınları’nca kitaplaştırıldı.
Ünlü sanatçı sorularımızı yanıtladı ve anılarına yer verdiği kitabını, kızı Leyla’yı, karnındaki bebeği neden kaybettiğini, Müşfik Kenter’e neden kızdığını, aşklarını, tiyatroyu anlattı.
Kitabınızda "Babamın ölümüne dökemediğim gözyaşlarını, Pembe Kadın’da döktüm" demişsiniz. Sahnede yaşamaktan kendi hayatınızı yaşayamadığınızı düşündünüz mü hiç?
Oyuncu bütün duygularını dışarı çıkaran kişidir. Ben dünyanın en kötü kadınını oynadım; iftira attım, cinayetler işledim, aptal kızı, olimpiyat oyunlarının yapıldığı dönemde sporcuları rahatsız etmesin diye Moskova dışına sürülen hayat kadınlarını oynadım. O kadınların hepsini başka türlü sevdim. İçimdeki yosmayı çıkardım ortaya. Bunların hepsi bende olan duygularla özdeşleşti çıktı. Bana yabancı olsa çıkmazdı.
"Tiyatro kıçınıza tekmeyi basar"
"Başarının buruk yalnızlığını Maria Callas’ta haykırdım" diye yazmışsınız. Yalnız mısınız?
Tabii. Öyle korkulu bir iş ki bu, harikayım dediğiniz anda tiyatro kıçınıza tekmeyi atar. Her oyuna artık yapamayacağım duygusuyla başlıyorum.
Özel hayatınızda başarınızın bir bedeli olarak yalnızlığı yaşadınız mı?
O anlamda hiç yalnızlık hissetmedim. Çünkü etrafımda hep çok kişi oldu. Gene yalnız değilim ama Şükran’sızlığı (Güngör) acı çekerek yaşıyorum. Bir şey oluyor, hemen Şükran’a haber vereyim diyorum, sonra birden olmadığını hatırlıyorum. Biz candaş, yoldaştık, aşk sonradan geldi.
Kızınız Leyla, hayatı boyunca onu bırakıp Amerika’ya gittiğiniz için suçlamış sizi...
Leyla artık bunu kullanıyorsa bu bir bahanedir. Ama benim içimde bir ukde olarak kaldı. Burs kazanmıştım. 2,5 yaşında bir çocuk. Anneannesi ona o kadar aşıktı ki, yalnız değildi. Fakat annemin dediği de doğruydu. Onu Amerika’ya götürseydim belki dönmezdim. Zaten bir bebek kaybettim orada.
Neden?
Babam ben Amerika’ya giderken, "Cehennemin dibine kadar yolun var" demişti. Tabii sarhoşlukla söylenmiş laflardı onlar. Ama saplandı o bana, çıkaramadım. Üzüntüden kaybettim bebeğimi.
Kızınız Leyla ne yapıyor şimdi?
Cambridge Üniversitesi’ni bitirdi. Hariciyeci oldu ve bir hariciyeciyle evlendi. Fakat ayrı ayrı yerlere gönderildikleri için yapamadı. Sonra Bilkent Üniversitesi’nde hocalık yaptı. Doktorasını da yaptı. Şimdi eşiyle Afrika’da yaşıyorlar.
Kardeşiniz Müşfik Kenter’i babanıza mı benzetiyorsunuz? Küçüklüğünüzde içtiği için kızıyorsunuz babanıza, sonra da aynı acıyı yaşattığı için kardeşinize yöneliyor öfkeniz...
İçkici bir aileden geliyoruz. Ben de bayılıyorum içkiye ama benim şansım içki beni sevmiyor, hasta ediyor. Olmasa ben de alkolik olabilirdim. Ama Müşfik’e dokunmuyor. Ona oyuncu olarak her zaman büyük hayranlık duydum. Fakat çok üzüldüm. Hayatının en büyük başarılarından birini "Bir Garip Orhan Veli" için içkiyi bırakarak gerçekleştirdi. Büyük hayranlık duydum ona.
Müşfik Kenter küçük kardeş rolünü mü üstlendi siz her şeyi çekip çevirdiğiniz için?
Müşfik annemin sevgilisiydi. Annem "O senin bebeğin, ona bakacaksın" derdi. Aşırı zaafı vardı. Ama Leyla gelince hepsini sildi süpürdü.
Tiyatro çevresinde "Müşfik Kenter çok büyük bir oyuncu, fakat Yıldız Kenter’in yıldızı o kadar parlak ki onun altında eziliyor" söylentisi vardır...
Bu doğru değil. Rahatsızlığından dolayı sahnede az göründüğü zamanlar olmuştur. Ben Müşfik’ten çok şey öğrendim. Müşfik’le oynamak bir ayrıcalık.
Çapkınlıklarını, içki sorununu yazdığınız için kızdı mı size Müşfik bey?
Müşfik gelip beni ilk öpen kişiydi. Gerçeğin dışında hiçbir şey yok, onun için kızmadı.
"Yeni yazarların oyunlarını anlayamıyorum"
Leyla’nın babası, ilk eşiniz Nihat Akçan’dan hiç söz etmiyorsunuz. Kırgınlık mı var aranızda?
Leyla babasıyla hep görüştü, çok sever. Zaten yazdım; "Senin baban kocaman yürekli bir adamdı." Dostuz, bir sorunumuz yok. Çok yakışıklıydı, çok çapkındı. O çiçeğini başka saksılarda yetiştirmek istedi herhalde. Ben de anlayışla karşıladım.
Her insanın bilinmesini istemediği yaşanmışlıkları vardır. "Yıldız Kenter" olmak bunları yazma zorunluluğunu mu getirdi?
Bu benim hayatım olmasaydı yine de bu metni oynardım. Çünkü ben yaşamımda dramatik yanlar gördüm. Türk oyunları oynamak istiyorum. Bana göre oyun yazmak da gittikçe zorlaşıyor yaşımdan dolayı. Ama son zamanlarda yeni yazarların oyunlarını pek anlayamıyorum. Mesela Özen Yula’nın "Kırmızı Yorgunları"nı izledim, anlamadım. "Onunla bir araya gelsem" diyorum fakat "Yine anlayamazsam" diye düşünüyorum.
Aksi biri misiniz? Herkes sizden çok korkuyor.
Aceleci, tiyatroda disiplinli biriyim. Ama bunun en büyük zararını kendim görüyor, en büyük acıyı ben çekiyorum.
Sizin konservatuvara (İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı) öğrenci seçerken, kızların eteklerini kaldırtıp bacaklarına baktığınız efsanesi dolaşır durur hep. Var mı böyle bir şey?
Geliyor, upuzun bir etek giymiş, boynuna fular takmış. Ne var bunun altında merak ediyorum ben. Onun için bazen "Kaldır bakayım eteğini" diyorum. Bazen bir kaldırıyor, iki çember. Tabii düşünüyorsun sahnedeki hareket gücü ne olacak! Bazı kusurlar düzelebilecek gibiyse kabul ediyoruz. Ya da çok şişman biri geliyor ama bir bakıyorsunuz çok yetenekli. İnsan sahnede şişmanlayabiliyor ama incecik olamıyor ki. Ben çocuğun sesini, nefesini ve bedenini görmek isterim.
Erkek öğrenciler için kıstas nedir?
Fizik tabii önemli. İnsana artı puan kazandırıyor ama öyle güzel insanlar var ki iki dakika konuştuğunuz zaman artık çirkin biri oluyor. Benim kastettiğim çalıştıkça güzelleşmek.
Sizin döneminizde konservatuvara giden kız çocuklara iyi gözle bakılmazmış. Artık bu bakış değişti mi?
Bazı öğrencilerim hâlâ yaşıyor bu sıkıntıyı. Kadınsan ve artistsen kaka kadınsındır. Ben bu yaşımda, oyuncu olduğum için birçok insanın bana bakıp bıyık altından güldüğünü hissediyorum. İltifat eder gibi küçümseyenler oluyor bazen ne yazık ki. Önemli değil.
Geçenlerde konservatuvarda bir öğretmenin kız öğrencilerine "Bacakların çok güzel" gibi mesajlar gönderdiği dedikoduları çıkmıştı. Bu tür söylentiler mi tedirgin ediyor aileleri?
Birine "Bacağın güzel" demek çok kötü bir şey değil. Taciz edici şeyler varsa bilemiyorum tabii. Aşkın dereceleri vardır. Bazı derecelerinde mahremiyet olmalıdır. Ben İngiltere’ye ilk gittiğimde şaşkınlık içinde kalmıştım. İnsanlar sokaklarda öpüşüyorlardı. Başımı önüme eğiyordum. Şimdi Türkiye de böyle. Ölçü olmadığı zaman aşk bile güzelliğini kaybedebiliyor.